Evrim ve temel kavramlar...
Evrim Nedir?
13.7 milyar yıl öncesinden başlayarak maddenin daha karmaşık, daha örgütlü yapılar oluşturması, adınadoğa yasaları dediğimiz fiziksel güçlerin, soğumakta olan madde üzerindeki etkileriyle açıklanabilmektedir. Kuarkların proton ve nötronları, proton ve nötronların atomları, atomların molekülleri ve daha büyük molekülleri oluşturmasıyla başlayan süreç, evrenin genleşmesi ve soğumasına paralel olarak aradan geçen milyonlarca yıl içinde bilebildiğimiz evrenin her noktasında çeşitli adlarla nitelendirdiğimiz daha büyük yapıların ortaya çıkmasına da neden olmuştur. Maddenin inorganik evrimi olarak adlandırdığımız bu süreç, oluşan yapılar içinde ortaya çıkan farklı koşullara bağlı olarak nitel bir sıçrama göstermiş ve adına canlılık dediğimiz organik dönüşümleri de meydana getirebilmiştir. Evrim bu bakımdan sadece biyolojik bir anlam taşımamakta, aynı zamanda evrensel bir kuram ve tarihsel bir süreç olarak da tanımlanmaktadır.
Evrim kavramsal olarak değişim ve dönüşüm anlamında kullanılmaktadır. Cansız varlıklardaki değişim ve dönüşüm inorganik evrim, canlı varlıklardaki değişim ve dönüşüm ise biyolojik evrim olarak nitelendirilir.Biyolojik evrim canlı türlerinin zaman içinde nesilden nesile değişime uğrayarak önceki halinden farklı özellikler kazanmasıdır. Bu bakımdan evrim, bir canlı popülasyonunun genetik özelliklerinin zaman içinde değişimidir. Evrim kuramının temel dayanağı olan doğal seçilim (doğal ayıklanma) Charles Darwin tarafından ortaya konulmuştur.
Üç temel dayanağı vardır:
1. Genetik özelliklerin sürekliliğini sağlayan kalıtım
2. Farklı karakterlerin popülasyon içindeki zenginliğini sağlayan çeşitlilik
3. Farklı karakterlerden doğadaki koşullara en uygun olanının hayatta kalmasını sağlayan seçilim
Charles Darwin
Doğal seçilim nedir?
Charles Darwin, Galapagos adalarındaki gözlemlerine dayanarak, doğada bir yaşam savaşı olduğunu ve bu yaşam savaşında avantajlı olan bireylerin ayakta kaldığını söylüyordu. Bu ilkenin adına da “doğal seçilim-ayıklanma” adını vermişti. Bu ilkeye göre “avantajlı bireyler” avantajlarını bir sonraki kuşağa aktararak varlıklarını sürdürüyorlardı. Ancak Darwin, gözlemlerinden çıkardığı bu olağanüstü ilkeye karşılık, bu sürecin nasıl işlediğini, avantajların kuşaktan kuşağa nasıl aktarıldığını ebeveynler ve yavrular arasındaki genel benzerliğin farkında olsa da, bilmiyordu. ”Karışımsal kalıtım” adını verdiği bir düşünceye göre bir yavru, ebeveynlerinin özelliklerinin bir bölümünü taşıyordu ve bu özellik de eşeysel özelliğin bir ortalaması gibiydi. Bu düşüncenin ( karışımsal kalıtımın) doğal seçilimle uyumlu olmadığı kısa zamanda anlaşıldı. Darwin bu kez “pangenesis” adını verdiği bir düşünce ileri sürdü. Bu düşünce Lamark’ın ileri sürdüğü düşüncelere yakındı.
Lamark’ın düşüncesi edinilmiş özelliklerin kalıtılabilmesi prensibine dayanıyordu. Buna göre bireyin yaşamı boyunca edindiği özellikler kalıtımda bir değişikliğe yol açabilir ve bu da sonraki bireylere geçebilirdi. Bilinen zürafa örneğine göre, daha yüksek dallara ulaşmak için sürekli boynunu uzatmak durumunda kalan yaşlı zürafa genç zürafalara göre daha uzun boyunludur. Bu durum, yaşam boyu edinilen bu özellik, yaşlı zürafanın yavrularını da etkileyeceği ve sonraki kuşakların yaşamlarına daha uzun boyunlu olarak başlayabileceği düşüncesine dayanıyordu. Sonuçta, hem Lamark’ın ve hem de Darwin’in ileri sürdüğü ve süreci açıklama amacı güden ve eşey hücreleriyle ilgili olan bir mekanizma olan pangenesis düşüncesi, Darwin’in kuzeni olan Francis Galton tarafından yanlışlanmıştı.
Bugünün kalıtım bilgilerini Mendel’e borçluyuz. Mendel bezelye bitkileri üzerinde yaptığı araştırmada kalıtımsal unsurların bireyin deneyimlerinden etkilenmediğini, kuşaktan kuşağa “değişmeden” aktarıldığı sonucuna varmıştı. Bazı koşullar altında bu özellikler gen havuzunda geçici olarak gizli kalabiliyordu. Bu çalışmalar, Darwin’in ortaya attığı doğal seçilime genetik bir temel oluşturuyordu.
Kuşkusuz doğal seçilim “en uygun olanın yaşamaya devam etmesi” ilkesinden çok daha fazla şey içermektedir. Doğal seçilimin gerçekleşebilmesi için herşeyden önce genetik çeşitliliğe ihtiyaç vardır. Kendi cinslerini üretebilen organizmaların kendi döllerinde zaman zaman çeşitlilik görülüyorsa, bu çeşitlilik kalıtımsal özellikler gösterebiliyorsa, bu çeşitlemelerden bazıları zaman içinde bireye bir avantaj sağlıyorsa ve rekabet içinde olan bu canlılar yaşamayı sürdürecek kadar döl verebiliyorlarsa…canlılar, ancak o zaman kendi cinslerini üretmede gittikçe daha becerikli hale gelecekler ve doğa ancak bu koşullarda seçilim “görevini” yerine getirebilecektir.
Doğal seçilim bu bağlamda canlıların yeni koşullara ayak uydurabilme mekanizmasıdır. Doğal seçilim olmasaydı, canlılığın gelişmesi bir yana, durmadan değişip dönüşen ve sürekli alt-üst oluşlar, yıkımlar yaşayan dünyamızda, canlılar kendi varlıklarını bile koruyamazlardı. Doğal seçilim olmasaydı biyolojik evrimin dört milyar yıl öncesinden başlayan serüveni de olmazdı.
Yaşam evrimin bir ürünü, doğal seçilim de onun temel mekanizmasıdır.
Mutasyon nedir?
Hücre çekirdeği içinde korunaklı durumda bulunan DNA, yapısını tümden ya da önemli ölçüde değiştirebilecek tepkimelere kapalı bir örgütlenme içindedir. Bu örgütlenmeyi bozabilecek tepkimeler oluştuğunda genelklikle canlı kendini kopyalayamaz bir duruma gelir ve ölür. Ancak kopyalama (replikasyon) sırasında genetik uzmanlarının “kopyalama hatası” dedikleri tepkimelerle de karşılaşılmaktadır. Bir DNA molekülüne, bir ya da birkaç molekül eklenmesi veya bir veya birkaç molekülün yerinin değişmesi sonucu gerçekleşen tepkimeler de görülebilmektedir. Canlının yapısını etkileyen bu tür değişimlere “mutasyon” denilmektedir.
Mutasyonun önemli özelliklerinden biri DNA’nın kopyalanırken mutasyonların da kopyalanmasıdır. Bu durumda mutasyon DNA içinde diğer kuşaklara da aktarılır. Bu şekilde oluşmuş bir mutasyon da DNA diline sonsuza kadar yerleşir. Bu değişimi yaratan etken çoğunlukla radyasyon ( xışınları ve ultraviyole ışınları) ve insan yapısı kimyasallardır. Sonuçta, meydana gelen değişim bütünüyle raslantısaldır.
Mutasyon sonucunda canlı kalabilen organizma, değişime uğramış DNA yoluyla ve repredüksiyon (kopyalama) denilen bir süreçle, kendini ardarda kopyalama sürecine geçer. Bu süreç tek hücreli organizmalarda yalın bir biçimde gözlenebilirken, çok hücreli organizmaların beden hücrelerinde ve üreme hücrelerinde de benzer şekilde işler. Evrimde önemli olan mutasyon, bir organizmanın cinsel hücrelerinde gerçekleşen ve kalıtımla sonraki kuşaklara aktarılan mutasyon çeşididir.
Evrim Kuramları
Yaratılışçılığa karşı ilk kuşkular M.Ö. 6. ve 5. yüzyılda İonia’da ve Yunan kent devletlerinde öncelikle sofistler tarafından başlatılmıştır. Sofist Kritias bir tiyatro oyununda, “kurnaz düşünceli” bir insanın topluma, kötülüğün ve iyiliğin gökyüzünde olduğuna inandırdığını belirtir. Tanrı düşüncesinin insanlar tarafından ortaya atıldığı daha o zamanlar yergisel bir tiyatro oyununda bile olsa dile getirilmişti.Oyun şöyle biter:
“Böylece sanırım biri ilk olarak inandırdı.
Tanrılar diye bir soyun varlığına insanları.”
Thales
Anaksimenes
Herakleitos
Empedokles
Erken Evrim düşüncesi:
Eski Yunan’da yaratılış inancının eleştirisiyle birlikte, erken evrim düşüncesi olarak nitelendirilebilecek, doğal nesnelerin oluşumlarının doğal nedenlere bağlayan düşünceler de gelişmeye başladı. Thales, bütün varlıkların sudan, Anaksimenes havadan, Herakleitos ateşten oluştuklarını ileri sürmüş; Empedokles ise cansız ve canlı maddenin birbirini izleyen süreçlerle değiştiğini söylemiş ve bu değişimin “toprak,hava, su, ateş” olarak birbirini izlediğini ileri sürmüştür. Anaksimandros ise (M.Ö 611-547 ) daha farklı bir iddiada bulunmuş, insanın suda yaşayan bir hayvandan türediği yolundaki görüşünü geliştirerek, insanın evrimiyle ilgili ilk varsayımı da ortaya atmıştır.Kuşkusuz bu görüşlerin hiç bir olgusal dayanağı yoktu. O bakımdan bugün, “erken evrim düşünceleri” olarak nitelendirilirler.
Erasmus Darwin
Montesquieu
Diderot
Çağdaş Evrim Kuramları:
Ortaçağ Hristiyanlık dünyası “yaratılışçılk” ideolojisinin ağır baskısı altındaydı. Farklı bir ses çıkarmak, yaratılışa aykırı bir düşünce geliştirmek engizisyon zihniyeti tarafından yasaklanmıştı. Erken evrim düşünceleri unutulup gitti. Bu konularda çalışmalar yapmak, varsayımlar ortaya atmak burjuvazinin yükselişe geçtiği yeni çağ’da başlayacaktı. Bu dönemlerde ortaya atılan “aydınlanma” düşüncesi temelde bir din ( yaratılışçılık ) eleştirisiydi ve bu dönem, canlıların ve insanın evrimine ilişkin düşünceler peş peşe gelmeye başlamıştı. Büyük Fransız filozofı Montesquieu, Diderot, Fransız doğa bilimcisi Buffon, çağdaş evrim kuramının içine sokulabilecek düşünceler geliştirdiler. Daha sonra C.Darwin’in dedesi Erasmus Darwin bitki ve hayvan türlerini inceleyerek türler arası farkların evrim düşüncesi ile açıklanabileceğini ileri sürdü.
Jean Baptiste Lamarck
Daha sonra Jean Baptiste Lamarck ( 1744-1829) ve Charles Darwin (1809-1892) evrim düşüncesine daha derli toplu biçimler kazandırarak çağdaş evrim kuramının kurucuları olarak nitelendirildiler.. Lamark, çevresel koşullardaki farklılaşmaların türde uyum sağlayan organlar geliştirebileceğini, uyum sağlamayan organların ise köreleceğini söyleyerek bugün, tamamiyle yanlış olduğu anlaşılmış olan evrimsel düşüncenin Lamarkçılık olarak bilinen biçimini geliştirmiştir.
Charles Darwin ise “Darwinizm” olarak bilinen ve türlerin doğal ayıklanma denilen bir yolla evrim geçirdiğini öne sürüyordu. Bu düşünce olağanüstü bir sezgi gerektiriyordu. Bugün doğal seçilim dediğimiz düzeneğin canlılığın evriminde temel bir düzenek olduğu artık iyice anlaşılmıştır. Ne var ki, bu düzeneğin nasıl işlediği konusunda ileri sürdüğü görüşler, kalıtımsal değişim yasalarını bilmediği için daha o dönemlerde yanlışlanmıştır. Darwin’in evrim kuramı içindeki önemi, kendisinden önce de var olan evrim düşüncesini ilk kez bilimsel bir temele oturtabilmesiydi.
G. Mendel
Hugo de Vries
T.Dobzhansky
G.G Simpson
Yeni Darwincilik:
Yeni Darwincilik Mendel’in 1856′da ortaya attığı kalıtım düzeneğinin 20.yy.’da Hollanda’lı botanikçi ve genetikçi olan Hugo de Vries tarafından şekillendirilmesiyle ortaya çıkan bir akımdır. Viries, canlılardaki kalıtsal özelliklerin hücre çekirdeğindeki kromozomlarla ( genlerle ) aktarıldığını ve bu genlerde görülen ve “mutasyon” adını verdiği farklılaşmalarla işlediğini ortaya koydu. Bu düzenek bugünkü evrimsel dönüşümün kalıtımsal mekanizmasıdır. Böylelikle genetik bilimi ile evrim kuramı birleştirilmiş oldu. Bu yolla T.Dobzhansky, G.G Simpson gibi yeni Darwinciler Darwin’inin temel görüşünü de yadsımadan kuramın eksikliğini tamamladılar. Böylece evrimin genlerdeki mutasyonlarla başladığını, bu farklılaşmanın bir sonraki kuşaklara üreme hücreleriyle geçtiği, canlıda zamanla çevreye uyum sağlayan değişikliklere neden olduğu ve böylece kuşaklar boyunca söz konusu popülasyonun yaygınlık kazanmasıyla yeni türlerin ortaya çıktığını ortaya koydular.
Yeni Darwincilik evrim kuramının olgusal ve bilimsel bir gerçeklik kazanmasına neden olmuştur.
Kaynak:
Adam Şenel; İnsan ve Evrim gerçeği; Özgür Üniversite Kitaplığı.
Osman Gürel; Yaşamın Kökeni; Pan Yayınevi.
http://www.yaziyaz.net/forum/showthread.php/1752-Evrim-ve-temel-kavramlar...
http://huxuxy.blogcu.com/evrim-ve-temel-kavramlar/8598255
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder