Mutasyonlar canlı çeşitliliğinin ana kaynağıdır. Evrim karşıtlarının da sanki kendilerini haklı çıkaran bir konuymuş gibi konuşmayı çok sevdiği bir konudur ama malesef konu hakkında yeterli bilgiye sahip olmadıkları için söyledikleri havada kalmaktadır. En çok tartışılan konu da nedense “faydalı mutasyon var mı? ” cümlesidir ki bu cümle zaten kendi içerisinde tutarsız olmakla beraber sordukları soru kabaca anlaşılmaktadır ve bu yazının sebebi de o soruya cevap vermektir.
Öncelikle, mutasyonlar başlangıçta zararlı bile olsalar evrimsel
süreçte yarara dönüşebilirler. Ya da bir ortamda zararlıyken başka bir
ortamda yararlı bir durum yaratabilirler. Canlının geninde oluşan bir mutasyon,
eğer o canlıya bir fayda sağlıyorsa, yani bulunduğu ortam şartlarında yaşamını
ve üremesini kolaylaştırıyorsa, sonraki nesillere aktarılır. Böylece bu
mutasyona uğramış genin popülasyondaki sayısı artar. Aksi şekilde, eğer mutasyon
bu şartları kolaylaştırmıyor ve canlının üremesine katkı sağlamıyorsa, o canlı
zaten üreyemeyeceği için zamanla mutasyona uğramış genler azalır ve yok olur,
ayıklanır. Böylece, yararlı genlerle zararlı genler ayıklanarak yaşadığı ortama
daha iyi uyum sağlamış canlılar gelişir. Mutasyon denince akla hemen zararlı
olan değişiklikler gelse de, canlı için faydalı olan mutasyonlar da
vardır.
(Burada basit ama bir o kadar da önemli bir ayrımı yapmak gerekiyor,
bir mutasyonun “faydalı” olması, mutasyonun gerçekleştiği gene sahip canlı için
kullanılan bir kavramdır, faydalı mutasyon denilerek, o canlıdaki mutasyonun
“insana” faydalı olmasından bahsedilmemektedir. Örneğin insan genlerindeki bir
mutasyon, eğer insan için faydalıysa buna faydalı mutasyon denir; aynı şekilde
örneğin bir bakteride meydana gelen mutasyon bakterinin yaşamını
iyileştiriyorsa, yine faydalı mutasyon denir. Bakterideki faydalı mutasyon,
bakterinin üremesini kolaylaştırdığı için insana zararlı olabilir ama bundan
dolayı ona zararlı mutasyon DENMEZ. Yani gerçekleştiği canlıya göre fayda-zarar
ilişkisi gözetilir.)
Aşağıda bu faydalı mutasyonlardan bazılarını maddeler halinde
bulacaksınız:
1. CCRS genindeki mutasyon:
CCRS genindeki mutasyon HIV’den AIDS’e geçişi yavaşlatır ve aynı gende
gerçekleşen iki mutasyon bir kimsenin HIV enfeksiyonuna karşı direncini
arttırır. Bugün, büyük bir evrim deneyinin içinde yaşıyoruz. Gözlerimizin
önünde evrim geçirmekte olan ve AIDS hastalığına neden olan HIV salgını. HIV
denilen virüs, 19. yüzyılda bilinmeyen, ancak şimdi çok tanıdık hale gelen bir
organizma.
Evrim karşıtları için bile, HIV, değişerek üremenin kanıtıdır, çünkü bu
sürecin gerçekleşmesine tanık oluyorlar. Kısacık geçmişinde virüsün yapısı
değişim gösterdi ve karşılaştığı yeni durumlara karşı uyum sağlamayı başardı.
Ölüm yaklaştığında hasta, kendisini enfekte etmiş virüsten, insanla kuyruksuz
maymunlar arasındaki fark kadar değişiklik gösterebilen, virüsün torunlarının
yuvası olmuştur artık. Bu sitede, HIV virüsünün kendisinin geçirdiği evrimle
ilgili ayrıca yayınlanmış bir yazı bulacaksınız, ama buradaki konumuz insanda
meydana gelen faydalı bir mutasyon olduğu için, virüsün doğasına burda
girmeyeceğiz. İlgilenenler bu linkten yazıya
ulaşabilirler: http://www.baharkilic.org/post/2011/03/08/HIV-virusu-ve-evrim.aspx
Konumuz insandaki bir genin uğradığı mutasyondur. C-C kemokin reseptör5
(CCR5) , insanlarda CCR5 geniyle kodlanmış bir proteindir. CCR5 , baskın olarak
T hücrelerinde, makrofajlarda, dendritik hücrelerde ve mikrogliada etki
gösterir. Bu genin insandaki enflamatuar cevapta rol oynadığı
düşünülmektedir.
Bazı popülasyonlar, Delta32 mutasyonunu kazanmıştır ki bu mutasyon CCR5
genindeki genetik bilginin bir kısmının silinmesine sebep olmuştur (32-bp
segment silinmesi). Bu mutasyonu taşıyan homozigot bireyler, HIV enfeksiyonuna
karşı tamamen ya da kısmen dirençlidir (yukarda söylediğimiz gibi,
homo-heterozigot olmasına göre değişir).
HIV, saldıracağı hücrelere girmek için bir ön reseptör olarak çoğunlukla
CCR5 veya CXCR4’i kullanır. Delta32 mutasyonu ile, reseptör çalışamaz hale
geldiği için HIV virüsünün tutunması ve hücreye girmesi engellenir, bu alel
genlerden 2 kopya olması , HIV için daha da yüksek bir direnç oluşturur.Bu
aleller, Avrupalılarda %5-14 oranında bulunur, Afrika ve Asya’da ise
nadirdir.Birçok çalışma, bu alellerden sadece birinin varlığının bile, HIV
taşıyıcısı kişilerde AİDS hastalığının oluşmasını 2 yıl geciktirdiğini
göstermektedir.
2. Klamidya ve karanlığa uyum
Klamidyalar, ışıkta fotosentez yapabilen ama karanlıkta da karbon kaynağı
olarak asetatı kullanarak az da olsa bir süreliğine büyüyebilen bir tür tek
hücreli yeşil alg türüdür.Graham Bell, klamidyaları karanlık ortamda yüzlerce
nesil üretmeyi başardı ve şöyle bi sonuç elde etti: Deneyin ilk başında bazı
klamidyalar karanlıkta gayet iyi büyürken, bazıları hiç büyüme göstermemişti.
600 jenerasyon sonra ise, klamidyaların büyük çoğunluğu karanlıkta gayet iyi
büyüyebilir hale gelmişti. Hemen hepsi karanlığa adapte olmuştu.Bu deney,
faydalı mutasyonların, hayatta kalmak için ışığa nerdeyse bağımlı olan bir
canlıda ne kadar hızlı geliştiğini ve sonunda canlının ışıksız ortamda
sorunsuzca yaşayabilir hale geldiğini göstermesi açısından önemlidir.
3. Domuz gribi virüsü H1N1′in geçirdiği mutasyon
California Teknoloji Enstitüsü’nden -Nobel ödüllü- Prof. David
Baltimore ve ekibi, domuz gribi virüsünün yayılmasını sağlayan bir
mutasyonu tanımladı ve Science dergisinde yayınladı. Domuz gribi virüsü
diye bilinen H1N1′in bazı örneklerinin zaten yararlı bir mutasyon taşıdığı
biliniyordu. Bu mutasyon, virüsün, çoğalmasını engelleyen bir ilaca
(oseltamivir, piyasa ismi Tamiflu) karşı bağışıklık kazanmasını sağlıyor, ama
yan etki olarak virüsün yayılmasını yavaşlatıyordu. Bu nedenle de fazla
yayılamıyor ve pek de ciddi bir sağlık sorununa dönüşecekmiş gibi
durmuyordu.
Ancak 2007-2008 sezonundaki domuz gribi, hem dirençliydi, hem de hızla
yayıldı. Yavaş olması beklenen dirençli virüs nasıl olup da bu kadar
hızlanmıştı? Antibiyotik direncini sağlayan mutasyona ek olarak bu virüsler, iki
ayrı mutasyon daha geçirmişler, ve hızla çoğalma yeteneğini kazanmışlardı.
Bu iki yararlı mutasyon, dirençsiz bir virüste birbiri ardına meydana
gelmiş ve direnç kazandıran mutasyonun yavaşlatıcı etkisini baştan
azaltmıştı. Böylelikle bunun ardından meydana gelen direnç kazandırıcı mutasyon
bir zarar vermeden canlıya yarar sağlamıştı. Bu üç mutasyon, virüse o kadar
yarar sağladı ki virüs tüm dünyaya kısa sürede yayıldı.
4. Klebsiella aerogenes bakterisi ve fucose isomeraz enzimi
Robert Mortlock, Klebsiella aerogenes bakterisinin
mutasyon geçirerek, daha önce bünyesinde sürekli üretilmeyen bir enzimi (fucose
isomeraz enzimi) , sürekli üretmeye başladığını bulmuştur. Her daim
kullanılmayan bu enzimin, sürekli olarak üretilmesine yönelik bu mutasyon,
zararlı gibi görünmektedir çünkü bakteri için enerji ve kaynak israfıdır. Ancak
bu enzimin her an vücutta bulunmasıyla Klebsiella aerogenes bakterisi, daha önce
aralıklarla metabolize edebildiği besinleri, her an kullanabilir hale gelmiştir.
Dolayısıyla başlangıçta zararlı bir mutasyon olarak ortaya çıkan durum, sonunda
faydalı hale gelmiştir.
5. Bakterilerdeki antibiyotik direnci
Bilindiği üzere, sürekli ve düzensiz antibiyotik
kullanımı, bakterilerde, bir süre sonra o antibiyotiğe karşı direnç gelişmesine
sebep olur. Çoğu zaman, mutasyon sonucu gelişen bu direnç, bakterinin
antibiyotiksiz ortamda yaşamasını zorlaştırıcı bir durum da yaratır. Dirençli
bakteriler, antibiyoktiksiz ortamda, mutasyona uğramamış olanlara göre daha
yavaş ve zor ürer. Yani direnç gelişimi, antibiyotiksiz ortamda, bakterinin
üremesi ve çoğalması adına zararlı bir mutasyon olsa da, insan vücuduna, yani
antibiyotikli ortama giren aynı bakteri için faydalı bir durumdur.
6. Drosophila’da kanatların büyümesini durduran mutasyonlar:
Bu mutasyon sineğin şiddetli rüzgarlar bulunan adalarda sağ kalma
yeteneğini geliştirmektedir.
(3.7.8.9.10. maddelerin tümü sayın Çağrı Yalçın’ın yayınlamış olduğu
yazıdan alınmıştır.)
7. Sitrik asit tüketmeye başlayan bakteriler
Prof. Richard Lenski’nin, laboratuvarda gözlenmiş bir mutasyonu tarif eden
“uzun vadeli evrim deneyi: Bu deneyde, özetle, başlangıçta ortamdaki sitrik
asiti enerji kaynağı olarak kullanamayan bakteriler, hiçbir müdahale altında
kalmadan, kendiliğinden mutasyon geçirerek bu maddeden istifade edebilir hale
geldi.
Bu deney 1988 yılında, 12 özdeş Escherischia coli (koli basili)
ekiniyle başlatıldı, yani bakteri deney boyunca bir deney tüpünün içinde,
kendisine uygun bir ortamda yetiştirildi. Her gün (yani 6-7 nesilde bir), eldeki
bakterilerin yüzde onu yeni bir tüpe aktarılırken, geri kalan yüzde doksanı çöpe
atıldı. Yalnız her 500 nesilde bir, normalde çöpe gidecek bu yüzde doksanlık
kısım derin dondurucuya kondu. Bakterileri donuk şekilde saklamak, gerektiğinde
çözüp üzerinde tahlil yapmak mümkün olduğundan, bakterilerin zaman içinde bir
arşivi tutulmuş oldu. Deney boyunca bu bakteriler, içinde az miktarda glukoz ve
bol miktarda sitrik asit bulunan sıvı ortamda yetiştirildiler, ancak sitrik
asiti kullanma imkânları olmadığından yalnızca glukozla idare ettiler. Ne var
ki, 33.127 nesil sonra tüplerin birindeki bakterilerin birden bire sitrik asiti
kullanmaya başladıkları fark edildi. Bunun üzerine araştırmacılar donuk bakteri
arşivlerini açıp önceki nesillerden bakterileri inceleyince gördüler ki sitrik
asiti kullanabilen bakteriler yaklaşık 31.500’üncü nesilde ortaya çıkmış, ve
sayıları biraz dalgalanıp 33.127’inci nesilde patlamış. Bu dalgalanmaları, bu
bakterilerde tek bir mutasyonun değil, birden çok mutasyonun bu yeni beceriyi
sağladığına yoruyorlar.
Bakterilerin yaşadığı fiziki şartlar deney boyunca sabit olduğundan ve bu
bakterilere yatay gen aktarımını engellemek için hareketli genlerden
arındırılmış ortamlar kullanıldığından, bu sitrik asit kullanma becerisinin
kendiliğinden meydana gelen mutasyonlara bağlı olduğundan eminler.
Lenski ve meslektaşları şimdi bu sitrik asiti kullanma becerisinin tam
olarak hangi genlerdeki mutasyonlara bağlı olduğunu ve bu genlerin hangi
hücresel düzenekler yoluyla yarar sağladığını
araştırıyorlar.
8. Bulundukları zeminin rengine uyum sağlayan fareler
Şekil 1. Hoekstra ve ekibi, aynı türden ama farklı renk tüy taşıyan
farelerdeki yararlı değişinimi tanımladı. Bu fotoğrafta fareler doğadakine zıt
zemin üzerinde görülüyor. (Fotoğraf: Emily Key)
Araştırma, ABD’deki bir kumulda ve etrafındaki toprak
bölgede yaşayan fareler (Peromyscus maniculatus) üzerinde yapıldı . Bu
farelerden, açık renkli kumul üzerinde yaşayanların açık renkli tüylere, koyu
renkli topraklarda yaşayanların ise koyu renkli tüylere sahip olduğunu gören Dr.
Hopi Hoekstra ve meslektaşları, bu durumun farelerin yırtıcı kuşlardan
gizlenmelerini sağladığını ve dolayısıyla bu uyumun yararlı bir mutasyonun ürünü
olduğunu öngördüler. Bunu sınamak için bu farelerin kalıtım bilgisini
incelediklerinde, bu uyumdan tek bir gendeki (Agouti) mutasyonun
sorumlu olduğunu buldular. Yaptıkları topluluk kalıtımı hesaplamaları bu
mutasyonun bundan 4.000 yıl önce meydana geldiğini gösterdiği için, ve
yerbilimsel çalışmalar bu coğrafi bölgenin 8.000-10.000 yıl önce oluştuğunu
gösterdiği için, bu mutasyonun farelerin buraya göç etmesinden sonra meydana
geldiği sonucuna vardılar.
Hoekstra ve ekibi bu mutasyonun etki şeklini de açıklığa kavuşturdu:
Mutasyon, genin protein kodlayan kısmında değil, o proteinden ne kadar
üretileceğini belirleyen kısmında meydana geldi. Yani fare aslında tamamen aynı
proteinleri üretiyor ama daha fazla ürettiği için koyu renkli pigment (tüylere
rengini veren madde) azalıyor ve tüyler daha açık renkli oluyor. Hoekstra’nın
öğrencileri şimdi bu değişimlerin DNA’nın tam olarak neresinde meydana geldiğini
bulmaya çalışıyor.
9. Lucilia cuprina türü sineklerin zehire karşı dirençleri
Lucilia cuprina türü sineklerin, zehire karşı dirençleri, bir
nokta mutasyonuna bağlıdır. Bu zehir, asetilkolinesteraz adlı enzimi hedef alır,
ona bağlanır ve onu görevini yerine getirmekten alıkoyar. Asetilkolinesteraz
enziminin bu sinekteki karşılığı E3 üzerinde çalışan araştırmacılar, bu enzimden
sorumlu olan geni incelediklerinde, beş ayrı nokta mutasyonu saptadılar.
Bunlardan hangisinin veya hangilerinin bu dirençten sorumlu olduğunu
araştırırken, ipucu, aynı direnci gösteren başka bir sinek türünden (Torpedo
californica) geldi: Bu sinekler aynı direnci, bu beş mutasyondan yalnızca
biri ile elde etmişlerdi. Ayrıca, ancak bu mutasyonla etkilenen amino asit,
enzimin işlevini değiştirebilecek bir noktada yer alıyordu. Bunun üzerine
araştırmacılar bu mutasyonlarla meydana gelen enzimlerden hangisinin
organofosfatları parçalayabileceğini incelediler ve öngördükleri sonucu elde
ettiler: Enzimin 137’nci amino asiti glisinden aspartik asite dönüşmüş, bu da
GGT diziliminin GAT’ye dönüşmesiyle olmuştu . Ve bu mutasyon, bu enzime, kendini
etkisizleştiren zehiri parçalama özelliği kazandırmıştı. Yani tek bir bazın
değişimi, bu sinekleri ölümden kurtarmıştı.
10. Akdeniz Kansızlığı (=Thalasemi, AK) ve sıtmaya yakalanmayan bireyler
Bir kromozomda belirli bir genin iki kopyası (alel) bulunur. Akdeniz
kansızlığı hastalığı, ilgili genin her iki aleli de mutasyon gerirmişse meydana
gelir. Bu kişilerde alyuvarlardaki hemoglobin molekülü görevini yerine
getiremez.
Şekil 2. Akdeniz kansızlığı geninin iki kopyasını taşıyan bireyler
(kırmızı) bu hastalığa yakalanırken, tek kopyasını taşıyan bireyler (mor)
Akdeniz kansızlığına yakalanmadan sıtma hastalığına karşı direnç kazanırlar.
(Wikipedia’dan Türkçeleştirilmiştir.)
Bir mutasyona uğramış, bir normal alel taşıyan bireyler ise, AK’na
yakalanmadıkları gibi, sıtma hastalığına karşı başka insanlarda görülmeyen bir
direnç kazanırlar. Peki bu direnç nasıl oluşur? Bazı uzmanlar, AK genini taşıyan
bireylerde sıtma mikrobunun ya daha az çoğalma fırsatı bulduğunu ya da içinde
yuvalandıkları arızalı alyuvarların dalakta parçalanmasıyla öldürüldüklerini
düşünüyorlar. Bunun nasıl olduğuna henüz kesin bir açıklama getirilmemiş olsa
bile, bu mutasyonun yararlı etkisi ortada: Sıtmanın çok görüldüğü bölgelerdeki
AK oranının, sıtmanın görülmediği bölgelere göre yüksek olduğu biliniyor. Belli
ki sıtmaya yakalanmaktan koruyan bir gen, belirli şartlarda zararlı olmasına
rağmen, sıtma karşısında yarar sağladığı için o canlıda barınabiliyor.
11. Naylon lineer oligomer hidrolaz enzimi
(bununla ilgili detaylı bir makaleyi bilim yazıları bölümünde aşağıdaki
linkte bulabilirsiniz) http://www.baharkilic.org/post/2011/03/07/Faydal%C4%B1-mutasyonlar.aspx
Çeviri kaynakları ve referans yazılar:
- Lin, E.C.C., & Wu, T.T. (1984) Functional divergence of the L-Fucose system in Escherichia coli. In R.P. Mortlock (ed.), “Microorganisms as Model Systems for Studying Evolution” (pp. 135-164) Plenum, New York.
- Çağrı Yalçın’ın linkte bulunan yazısından alıntılar içermektedir. Kendisi Japonya’da RIKEN Beyin Bilimleri Enstitüsü’nde araştırmacı olarak çalışmakta ve Saitama Üniversitesi’nde doktora öğrenimine devam etmektedir. http://bilimguncesi.org/2010/02/19/yararli-degisinimler-mutasyonlar/
- Hartley, B.S. (1984), Experimental evolution of ribitol dehydrogenase. In R.P. Mortlock (ed.), “Microorganisms as Model Systems for Studying Evolution” (pp. 23 – 54) Plenum, New York.
- Graham Bell’in “Selection – The Mechanism of Evolution” kitabı
- Kinoshita, et. al., Eur. J. Biochem. 116, 547-551 (1981), FEBS 1981.
- http://www.buzzle.com/
- Wikipedia
Kaynak: http://kozmopolitaydinlar.wordpress.com/2012/03/10/faydali-mutasyon-kavrami-ve-ornekleri/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder