ANTROPOLOJİNİN KONUSU VE ALANI*
Ralph Leon Beals - Harry Hoijer
Çev. Yrd. Doç. Dr. Gürbüz ERGİNER
Antropoloji Nedir ?
Antropoloji, fizik ya da biyolojik antropoloji ve sosyal / kültürel antropoloji olmak üzere iki büyük bölüme ayrılabilir. Bu bölümlerden birincisi, insanın fizik yapısının ve davranışının evrimi, eskinin ve
günümüz insan topluluklarının birbirlerinden farklı biyolojik özellikleri ile ilgilenen biyolojik antropoloji; ikincisi, insan toplumlarını ve kültürlerini araştıran bölümdür. Bu bölüm de kendi içinde iki ana dala ayrılır. Bunlardan biri, toplumların ve kültürlerin tarihini ve tarih öncesini araştıran bir bilim olan arkeolojidir.
Arkeologlar örneğin:
Eski Yunan ve Mısır uygarlıklarında gün ışığına çıkartılanlara benzer antik belgelerde bilgi bulabilirler. Çoğu durumlarda, yazılı belge yoktur, hatta Mısır'da olduğu gibi yazılı belge bulunsa bile pek eskiyi aydınlatmaz. Sonuçta arkeolog, tarih öncesi yerleşim yerlerinin araştırılmasından ve kazılarından sağlanan dolaylı kanıtlarla başvurmak zorundadır. Geniş ölçüde özdeksel gereçleri içeren böylesine bilgilerle, tarih öncesi sosyal grupların büyüklüğünü ve örgütlenmelerini belirlemek,
kısmen de tarih öncesi kültürleri yeniden kurmak olasıdır. Bu yöntemlerle arkeolog, insanın toplumsal ve kültürel geçmişinin öyküsünün büyük bir bölümünü yeniden kurabilir. Bu kurgu, insan' oğlunun doğa üzerindeki denetimini artırmasının, insanın kendisi için değişik çevre koşullarına büyük bir yetenekle uyumunun, bilinmeyenle ve doğaüstüyle başetme çabalarının, güzele ulaşma uğraşlarının, insanlar arası çatışmaların, irili ufaklı kültürlerin zaman içinde yavaş gelişmelerinin
karmaşık bir öyküsüdür. Söz konusu dallardan diğeri, sosyal /kültürel antropolojidir. Sosyal
ve kültürel antropologlar, günümüzün biribirinden oldukça farklı toplumlarıyla ve kültürleriyle, özetle, toplumların yaşam biçimleriyle ilgilenirler. Bu yaşam biçimleri ise, bireylerin, yaşadıkları toplum içinde nasıl eğitildikleri; birlikte yaşayacakları eşlerini nasıl seçtikleri;
nasıl evlendikleri; kendi toplumları ya da diğer toplumların üyeleriyle nasıl örgütlü ilişkiler kurdukları gibi konuları içerir.
Sosyal ve kültürel antropolojinin ilk araştırıcıları çalışmalarını aralarında Amerika kızılderilileri, Avustralya ve Güney Pasifik yerlileri gibi toplulukların da bulunduğu, ilkel (primitive) diye adlandırılan topluluklar ve onların kültürleri üzerinde yoğunlaştırmışlardı. Ancak, bugün bu toplulukların ve kültürlerin Amerika kızılderili kabileleri örneğinde olduğu gibi tamamen yok edilmeleri ya da bunların modern uygarlıklarla temasa geçmeleri sonucunda geniş ölçüde ortadan kalkmışlar, geride kalan ilkel kültürler de kökten değişime uğramışlardır.
Bu nedenle günümüz antropologları, toplumsal ve kültürel araştırmalarını bugünkü Meksika, Güney Amerika ve güneydoğu Asya'nın köy toplumlarını hatta, Avrupa, Asya, Afrika ve Amerika'nın şehir
toplumlarını içerecek biçimde genişletmişlerdir.
Sosyal ve kültürel antropolojinin önemli bir yönü de dil antropolojisidir. Bu bilim dalı, adından da anlaşılacağı gibi, bugün dünyada konuşulan birçok dille ilgilenir. Dil antropolojisi hem dillerin belirli
gruplarının tarihini ya da tarih öncesini hem de bugün konuşulan dilleri inceler. Dil antropologlarının çoğu, İngilizce, Çince, Rusça gibi bilinip tanınan dillerden geniş ölçüde farklı, Amerika kızılderililerininki gibi yabanıl (exotic) dillerle de ilgilenirler.
Dil antopolojisi, sadece dillerin tarihsel ve betimsel incelenmesiyle değil dilin, kültürün diğer yönleriyle olan ilişkisiyle de ilgilenir.
Örneğin:
Dil antropologlarının sosyal örgütlenmeye ve dilin toplumda oynadığı- özgül role olan ilgileri giderek artmaktadır. Bir başka deyişle dil antopolojisi, dili yalnız dil adına incelemekle kalmaz aynı zamanda, dilin tam anlamıyla içinde yer aldığı sosyal ve kültürel ortamla ilişkisini de inceler.
Sonuç olarak denebilir ki, antropologlar pratik sorunların çözümünde diğer bilim adamları gibi bilgi ve bulgularını ortaya koyarlar. Antropologlar, az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde sosyal denetim, eğitim ve halk sağlığı sorunlarına yanıt bulmak için resmî hükümet yetkilileriyle birlikte çalışırlar. Yine antropologlar, dünyanın çeşitli bölgelerinde yer alan çoğu şehir toplumlarında ortaya çıkan ırklar ve kültürler arası sorunlar, ulusal nitelikteki sorunlar, endüstrileşmeden
kaynaklanan karmaşık ve önemli sorunlarda; çocuk eğitimi, kişilik gelişimi, çağdaş yaşam biçimine ayak uydurmaya çalışan yalıtılmış toplumlara yardım gibi konularda geliştirilmiş özel teknikler ve yöntemler uygularlar.
İlk bakışta antropolojik araştırmalar ve bu araştırmaların uygulamaları, birbirleriyle ilişkisi olmayan girişimlerin bir karmaşası olarak görünebilir. Oysa, Ojibwa kızılderilileri arasında kişilik ve kültür, Avustralya yerlileri arasında kan gruplarının dağılımı, Navajo dilinin yapısı ve orta Afrika Nuerlerinin kültürlerinin bir analizi gibi araştırmalar arasında pek göze çarpmayan ilişkiler vardır. Bununla birlikte, daha ileri ve daha dikkatli bir inceleme bu araştırmaları ve bilimin geneli içinde yer alan pek çok araştırmayı birbirine kenetleyen ortak bağı açığa çıkarabilir. Antropolojide temel bir tema vardır. Bu, araştırmanın her bir biriminin küçük ölçekle de olsa, araştırmanın geri kalan bölümlerine
eklenmesine yardımcı olduğu temasıdır. Bu temanın elden geldiğince açık bir biçimde tanımlanması, antropolojinin ilk görevi olmalıdır.
Antropolojinin Temel Sorunu
Etimolojik olarak antropoloji kelimesinin kökü olan anthropos-(insan) ve isim takısı- logos (bilim) Yunancadan gelir. Bu nedenle onun gerçek anlamı insanbilimdir. Yukarıda sıraladığımız çeşitli etkinliklerden çıkan sonuç odur ki: Antropologlar, antropolojinin bu gerçek tanımlamasına bağlı kalarak insanı ve onun kültürlerini incelemeye yönelmelidirler.
Antropolojiye ilişkin bu yorum doğrudur. Antropoloji temelde, insan ve onun kültürlerini ele alan belki en kapsamlı bir bilim dalıdır. Ancak o insanı ve onun kültürlerini inceleme alanında biricik değildir. Biyoloji de insanı inceler. Örneğin, anatomi hem insanın kendi fizik yapısını hem de onun karşısında olan diğer hayvanların fizik yapısını inceler. Fizyoloji, embriyoloji ve diğer pek çok bilim de insan vücudunun çeşitli kısımlarının özel yönleriyle ilgilenmek zorundadırlar, insanın davranışı, aralarında psikoloji, sosyoloji ve tarihin de yer aldığı bilimler tarafından ele alınır.
Buna karşıt olarak antropoloji, biyolojik ve sosyal bilimlerin yaklaşımlarını birleştiren tek bilimdir. Onun temel uğraş alanları, bir yandan hayvanlar aleminin bir üyesi olarak insanın araştırılması, diğeı
yandan toplumun bir üyesi olarak insanın davranışlarının araştırılmasıdır. Bundan başka antropolog, insanlığın herhangi bir özgül grubuyla ya da tarihin herhangi bir dönemiyle kendisini sınırlandıramaz.
Aksine, insanın en erken biçimleriyle ve onların davranışlarıyla en az bugünküler kadar ilgilenir. En eski zamanlardan günümüze ulaşmış herhangi bir belgeden hem insanlığın fiziksel evrimi, hem de uygarlığın gelişmesi araştırılır. Aynı şekilde antropolog, ilgi alanına giren çağdaş insan toplulukları ve uygarlıklar arasındaki karşılaştırmalı araştırmalarla önemli noktaları ortaya çıkarır. O, üyesi olduğu bilimin bir dalında bir yandan insanı yaşayan diğer bütün yaratıklardan ayıran fiziksel özellikleri keşfetmeyi ve betimlemeyi, öte yandan insan ailesinin kendisindeki yararlı ayırt ediciliği araştırır. Uygarlık (ya da antropologların adlandırdığı gibi "kültür") merkezlerinin karşılaştırmalı araştırmaları,
toprağa yerleşik birçok insan grubu arasında- seçkinleşmiş kültürlerde ortaya çıkan farklılıklar ve benzerlikler üzerinde odaklanır.. Böylece, bu karşılaştırmalı araştırmaların amacı insan toplumları ve
kültürlerinin oluşumunu ve gelişimini yöneten ilkeleri ya da yasaları bulup ortaya çıkarmaktır.
İnsanın hayvanlar dünyasındaki biricikliği bu türdeki araştırmalardanaçıkça görülebilir. Hayvanlarla akrabalığını su götürmesi bir biçimde kanıtlayan onun vücut yapısıyla ilgili pek çok benzerliklere karşın, insan, tamamı hayvanlar dünyasındaki en yakın akrabasında bile bütünüyle bulunmayan belli bedensel özelliklere sahiptir. İnsan diğer hayvanlardan daha karmaşık bir beyin yapısına sahiptir.
İnsan yürür, dik durur ve bunun bir sonucu olarak da farklı bir ayak yapısına sahiptir. İnsanın leğen kemiği diğer hayvanlarınkinden daha geniş ve incedir. Bacakları bedeninden ve kol boyundan daha uzun, omurgaları düz ya da yay biçiminde olmaktan çok - S - biçimindedir.
Çünkü insan ellerini, yürümede yardımcı olarak kullanmaktan çok, bir şeyleri tutmak için kullanır. Eller, diğer hayvanların elleri ile kıyaslandığında farklı bir yapıya sahiptirler.
Yine de, insanın biricikliğini en iyi şekilde davranış alanında değerlendirebiliriz. İnsanın var olduğu herhangi bir yerde, kültürü ne kadar basit olursa olsun aletleri, gereçleri, besin sağlamada kullandığı
az çok karmaşık teknikleri, gelişi güzel iş bölümünü, bir sosyal ve politik örgütlenmeyi, dinsel inançlar ve ritüeller sistemini, bir konuşma dili aracılığıyla diğer insanlarla iletişim yeteneğini buluruz. Onun bütün bu kültürel nitelikleri diğer hayvanlar arasında yoktur. Antropologların
kültür diye adlandırdıkları sürekli ilerleyen ve gelişen davranış modelleri yalnız insanoğluna özgüdür.
Bununla beraber, insanın yapabilecekleri ve yapamayacakları, onun biyolojik niteliklerinin izin verdiği ya da vermediği şeylerin derecesine bağlıdır. Köpek yüksek frekanslı ses dalgalarını çok iyi bir şekilde duyabilir, ama insan bunları duyamaz. Öte yandan, bir köpek yerden bir taşı alıp fırlatamaz ya da matematiksel oran pi ile ilgilenmez. İşte insanla hayvanlar arasında böylesine büyük farklılıklarda insanın hayvanlarla karşılaştırılmasından onun hem fiziksel özelliklerinin hem de
davranışının kökenlerini anlamak için yararlı ipuçları bulunabilir. Bugün yaşayan tüm hayvan türleri, çoğunlukla yalından daha karmaşığa ve daha genelden daha özelleşmiş biçimlere doğru gelişmeyi
içeren bir uyum sürecinden geçerek ulaşırlar, insanın evcilleştirdiği hayvan türleri dışındaki tüm hayvan türleri özel çevre koşullarına bağımlıdırlar, işte bu hayvan türleri kalıtsal yapıları yüzünden çevredeki ani bir değişmede yaşamlarını sürdüremezler, bu nedenle yeryüzünün ancak özel bir alanına öylesine uyum sağlarlar ki, bu alan dışında yaşayamazlar. Öte yandan insan, bilinenler içinde pek çok yollarla hayatta kalan en genelleşmiş hayvandır, insanın en önemli özelliklerinden, örneğin, nesneleri en iyi biçimde kavrayabilen elinin ve sinir sisteminin çok yüksek gelişimi, gerçekte insanın çeşitli koşullara uyum yeteneğini artırmıştır. Julian Huxley'in de belirttiği gibi, bu özellikler içinde en önemli olanı, insanın kültür adı altında geliştirdiği yetenektir. Bu yetenek, biyolojik değişimler için uzun bir döneme gerek kalmadan, insanın yeni koşullara uyumuna izin veren ve onu bir yığın çevresel engellerden kurtaran tümüyle yeni bir uyum mekanizması olarak ortaya çıkar, İnsan fizik yapısına uygun olmayan iklim koşullarında (insan, yakın akrabası olan maymun gibi yaradılışı itibarıyla tropikal bir hayvandır) vücudunu örtmeyi, dış tehlikelerden korunmak
için barınaklar yapmayı öğrendi. Onun beslenmesinde çiğ besinler uygun değildir. O, bunları yenebilir duruma getirmenin yollarını bulmalıdır. Diğer yüzlerce ayrıntı içinde insan, fiziksel güçlerini
nasıl genişletip ona eklemeler yapacağını ve gereksinimlerini karşılamak için çevresini nasıl yeniden şekillendireceğini keşfetmiştir. Çok önemli bir gerçek de, her ne kadar yetkin bir düzeye ulaşmış olmasa da insanın, türünün diğer üyeleri ile iş birliğini öğrenmiş olmasıdır. O, sürekli olarak bir grup içinde yaşarken, genellikle tek bir kişinin gücünü aşan görevlerin, grubun birlikte çalışmasıyla daha iyi başarılacağını keşfedecektir.
Hem kültürün gelişmesi hem de yaşama alışkanlığı ve ortaklaşa çalışma, belki de insanın elinde bulundurduğu en değerli varlığı olan güdümsel emeğine olanak sağlayan dil, yalnızca insanın diğer insanlarla doğrudan iletişimim olanaklı kılmayıp, aynı zamanda onun deneyimlerinin
ve bilgilerinin saklanmasına, bunların gelecek kuşaklara aktarılmasına
da olanak sağlamıştır. Hayvanlara benzemeyen insanlar
diğer insanların doğrudan deneyler ve gözlemler aracılığıyla bildiklerini
yeniden öğrenmek ve onların hareketlerini taklit etmek zorunda değillerdir.
Onlar bilgilerinin çoğunu konuşma ya da yazılmış sözcükler aracılığıyla
kazanırlar. Dil, insanlara sadece çağdaşlarının deneyimlerini
değil, aynı zamanda kendilerinden önce yaşamış pek çok kuşağın deneyimlerini
paylaşma olanağını da sağlar. Yazıyı bilmeyen toplumlarda
bile insanların uzak geçmişteki kuşaklarının başardığı yararlı icat ve
keşiflerden, h a t t a bunlar daha da geliştirilerek, kolayca yararlanılmıştır.
İnsanın, yeryüzünün herhangi bir yerinde yaşayabilme özgürlüğüne
sahip olması onun fizik yapısını, davranışını ve kültürünü
köklü bir biçimde etkilemiştir. Böylece, tamamen tek bir türe ait
olmasına karşın bugünün insanları hayvanların diğer pek çok türünden
daha farklı bir fizik yapıya sahiptirler. Aynı şekilde, insanın kültürleri
ve dilleri geniş bir çevrede ele alındığında her yerde benzer olup, doğadaki
ve fizik çevredeki farklılıklar, diğer gruplarla temasa geçme, her
bir insan grubuna özgü tarihsel olaylar, sürekli olarak şaşırtıcı kültürel
ve dilsel farklılıklara neden olurlar.
Çok büyük bir olasılıkla ilk insanlar bir milyon yıldan daha önceki
bir zamanda ortaya çıkmışlardır. İnsanlığın kaynağı belki de Afrika'nın
yüksek tropikal akınlarıydı. İlk insanlar, önce basit bir dil ve kültür
edindiler. Hızla eski dünyanın her tarafına yayıldılar. Kültürleri aracılığıyla
çeşitli çevrelere yavaş yavaş uyum sağladılar. Böylece, bugünkü
jeolojik çağın hemen başlangıcında, farklı fakat çok basit kültürle
ayırıcı niteliğini ortaya koymuş ilkel insanlar küçük gruplar halinde
sırasıyla İngiliz adalarından kuzey Çin'e ve Jawa adasına kadar çeşitli
bölgelerde yaşadılar. O zamanlar ve daha sonra geçen binlerce yıl
içinde pek çok insan türü yaşamıştır. Bu tür çeşitliliği yavaş yavaş
bugünkü jeolojik çağın ortalarına kadar ya da bundan kısa bir süre
sonrasına kadar sayıca azalarak sadece bir türe (Homo Saphiens)
inmiştir. Günümüzdeki insan ırkları bu türe aittir. Bununla beraber,en eski insan türlerine ait bazı izlerin kalıtsal olarak çağımız insanına geçtiğine ilişkin kimi kanıtlar da vardır.
Kültürel ve dilsel değişmelere ilişkin belgelerimiz henüz eksiktir.
Öyle görülüyor ki, insanın kültürel ve dilsel gelişmesinin çok geniş ve
genel dönemleri dışında ilk evrelerini yeniden kurmak olası değildir.
Yine de kültürel farklılıkların zamanın ilerleyen akışıyla birlikte tümüyle
arttığı görülebilir. Günümüz dillerinin ve kültürlerinin yoğun
bir biçimde karşılaştırılması, onlar arasındaki sayısız farklılıkları ve
uzak geçmişteki kökenlerini açığa çıkaracaktır. Bu kültürel ve dilsel
farklılıkların bazı psikolojik farklılıklar gibi kalıtım yoluyla geçmiş
olamayacağı belirtilmelidir. Bütün insan toplumları, davranışları
kültürel çevre tarafından etkilenmediği sürece eşit ölçüde değişebilir
görünürler. Binlerce yıllık temas ve değişik insan türleri arasındaki
karışım ve melezleşme sonucunda kültürel ya da öğrenilmiş davranışlar
hatta yemek yemek, uyumak, nefes almak gibi dürtüler ya da gereksinimler
bile bütünüyle değişir. Eğer insanlar arasında kalıtsal yolla
kazanılmış ve fiziksel nitelikli olmayan özelliklere yani psikolojik ve
insanî değerlere dayalı herhangi bir anlamlı çeşitlilik oluşturulamıyorsa
birarada yaşam zorlaşır. Şimdi, bütün antropolojik araştırmalarda vurgulanan ana konuyu
daha iyi anlayabiliriz. İlk olarak bu konu insanın fiziksel ve kültürel
gelişmesini yöneten ilkeler dizisini araştırmaktır. Niçin insan fiziksel
olarak değişmiştir? İnsanlar ortak bir kökenden gelmelerine karşın
niçin pek çok ayırıcı özelliklere sahip insan toplulukları vardır? Eğer
insanın kültüründen ve dilinden kaynaklanan farklılıkları, davranışındaki
biyolojik kalıtsal farklılıklarının sonucu değilse, diller ve kültürler
arasında var olan çok büyük farklılıklar nasıl açıklanabilir?
Kültürün doğası nedir ve kültürler nasıl değişirler? İnsanın sosyal
ve kültürel davranışının çeşitli yönleri arasında hangi sistematik ilişkiler
vardır? Bireyler kendi kültürlerinin belirlediği amaçları ve idealleri Çeşitli sorunların büyük bir bölümü, bizim az önce tanımladığımız ana konu ile ilişkilidir. Her bir sorunlar kümesi özel ve oldukça gelişkin
teknikler ve yöntemleri gerektirir. Bu nedenle antropoloji, diğer bilimlerde
olduğu gibi çeşitli dallara ayrılmıştır. Bu dallardan her biri genel
konunun özelleşmiş yönlerini ele almaktadır. Gene bu bilim dalları en
iyi şekilde biyolojik antropoloji ve sosyal /kültürel antropoloji olarak
iki ana başlık altında toplanabilir. nasıl gerçekleştirirler? Kültür ve kişilik arasında ne gibi bir ilişki
vardır? Bu sorunların çözümleri bütün insan türlerinin yoğun araştırılması
ve karşılaştırılmasını gerektirir. Pek çok insan kültürünün böylesine
yoğun karşılaştırmalı incelemeleri yapılmıştır. İnsan ve onu
kültürlerine ilişkin konular ele alındığında deneysel yaklaşım yöntemi
olması değildir. Ancak antropolog, ister istemez karşılaştırma yöntemini
yeğleyecektir. Geçmişin az rastlanır ve bölük pörçük kalıntıları
ile birlikte günümüz dünyası, antropolojik araştırmalar için' tek
laboratuardır.
Biyolojik Antropoloji
Hem araştırdığı sorunların karmaşıklığı ve çeşitliliği, hem de uygulamada
kullandığı gelişkin ve çok ustaca teknikler biyolojik antropolojiyi
son yirmi yıl içinde antropolojinin diğer dallarından daha fazla
değiştirmiş ve özelleştirmiştir. Fizik antropoloji ilk dönemlerinde
iskeletler, yaşayan insan toplulukları ve insanın yakın akrabaları üzerinde
giderek standartlaştırılmış ölçümleme ve morfolojik gözlemlerle,
bir dereceye kadar basit istatistik analizlerin uygulanışını içermiştir.
Boylar, kafatası, vücut ölçüleri ölçülmüş ve toplumlar sınıflandırılmış
ya da değişmenin karmaşık dizilişine doğru eğilimli ortalamaların temeli
üzerine oturmuş tamamen açık çeşitli kriterlere göre tiplendirilmiştir.
Bu dönemde gerekli ek bilgi, karşılaştırmalı anatomi, fizyoloji, sınırlı
paleontoloji bilgisi ve basit Mendelci genetikle sınırlı alan içinde kalıyordu.
Bugün, özel sorunlarla ilgilenen biyolojik antropolog, yoğun
bir biçimde moleküler biyoloji, electrophoresis gibi tekniklerle, hemoglobin
araştırması, grup genetiğinin karmaşık matematiği gibi sorunlara
dayanmaktadır. Fizik antropologlar için gerekli yeteneklerin artan
çeşitliliği ve karmaşıklığı, ancak giriş niteliğindeki genel bir kitapta
yeterince ele alınabilecek olan, araştırmanın daha özel bir alanının
ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır.
Bunlar: İklim, yükseklik, kaynakların dağılımı, insan nüfusunun
yoğunluğu ve dağılımı, toplulukların genetik yapısını etkileyen seçici
faktörler ve uyum mekanizması gibi faktörler arasındaki ilişkilerin
ekolojik açıdan araştırılması gibi konulardır. Gene bunlar öte yandan,
sosyal ve kültürel olgular ile karmaşık bir ilişki içindedirler. Ekolojik
yaklaşımla ilgili çevre fizyolojisi, yerleşik yaşamda düzenlemeler, daha
yüksek yerlere göç ya da bazı bakımlardan uzay uçuşlarındaki ağırlıksız
ortam sorunu ile ilgilenir. Bunların bir kesimi, gençlerde büyüme
örüntüleri, beslenmenin etkileri, fizik ya da vücut biçimlerinden tutun,
bunlarla az çok bağıntılı diğer biyolojik ve kültürel işlev biçimleri arasındaki ilişkiler, hastalıkları ve bunların sağaltılmasını etkileyen çevresel ve genetik faktörleri belirlemeye çalışan tıbbî antropolojinin
araştırma alanı içine girer.
İnsan biyolojisinin pek çok yönü diğer alanlardaki uzmanlar tarafından
da araştırılır. Biyolojik antropolog insan çeşitliliği, uyum, özellikle
de kültür olayları ile ilgili konularda farklılaşır ve antropolojinin
temel bir kesimini kendisine çalışma alam olarak seçer. İnsan pek çok
biyolojik özelliği, hayvanlar dünyasının geri kalan üyeleri ile açıkça
paylaşır. Diğer hayvanlar gibi insan ve onun ataları, yeni ya da değişen
çevresel koşullara uyum için çeşitli biyolojik değişmelere uğramıştır.
Bununla birlikte, bazı noktalarda insanın ataları, insanın uyum mekanizmasının
hız ve çeşitliliğinin büyük bir oranda artmasına olanak
sağlayan kültür yeteneğini geliştirmiştir. Kültür aracılığıyla insan,
biyolojik uyumun yavaş seyreden süreci olmaksızın sadece yeni çevresel
baskı ve güçlere uyabilir hale gelmemiş, aynı zamanda kendi
çevresinin çeşitli yönlerini kontrol edebilmeyi de giderek artırmıştır.
Bu yeni uyum yeteneği insanın nüfusça çoğalmasında ve çok değişik
çevrelerde yaşamasında, biyolojik gelişiminin hızı ve yönünde etkili
olmuştur. Biyolojik antropolojideki araştırmaların çok farklı boyutları iki
ana bölüme ayrılır. Bu bölümlerden birincisi: Evrimleşme sürecinin
bir ürünü olarak insanın incelenmesi, ikincisi: İnsan toplumlarının
analizi ve incelenmesidir. Bu ikinci alanda çok farklı yöntemler kullanılmasına
karşın sonuçlar birbirleriyle yakından ilişkili olup bilimin
bir dalında elde edilen bilgiler diğerinde ortaya çıkan sorunlara ışık
tutar. İnsan çeşitliliğinin ortak konusu hakkındaki her iki merkezi
yaklaşım hem fizik hem de kültürel antropolojinin ana sorunu olup, birbirini izleyen bu iki konu, insan uyumunun anlaşılması için temeldir.
Evrimin bir ürünü olarak insanı anlamak için, bütün yaşam biçimlerinin
gelişmelerinin bazı noktalarının ve yaşamın kendi doğasının
anlaşılması gerekir. Biyolojik antropolog ilgisini daha çok, insanın fizik
özelliklerinin tarihi üzerinde yoğunlaştırır. O, ilk insanın izlerini bulmak
için yeryüzünde araştırmalar yapar. İlk insan biçimleri kendi aralarında
ve modern insan ile dikkatlice karşılaştırılırlar. Bu tür karşılaştırmalardan;
en eski insan topluluklarından günümüzde yaşayan insan topluluklarına
kadar geçen süre içinde ortaya çıkan belli yapısal özellikler
ya da bu özelliklerin bir bölüğü izlenebilmektedir. Böylece, belli
ayırd edici bir özelliğin insanlar arasında ilk kez ne zaman ortaya çıktığını ve geniş bir alana nasıl yayıldığını; bazı durumlarda onun yavaş yavaş nasıl ortadan kalktığını da keşfedebiliriz. Fiziksel ayırd edici özellikler tarihsel açıdan araştırılırken, bir topluluk içinde bu özelliklerin
ilk defa ortaya çıkışlarının ve söz konusu topluluğun yapısal bakımdan
tamamen farklı başka topluluklarla temasa geldiğinde bu özelliklerin
nasıl bir değişime uğradığını da görebiliriz. İnsan atalarının
evrimini kanıtlayan fosil kalıntılar zincirinden bazı halkalar eksiktir.
Bu da insanın insan biçiminin evrim sürecinin yeniden kurulmasında
boşluklar oluşturmaktadır. Buna karşın gene de şu sorular sorulabilir
ve yanıtlanabilir: İnsanın ilk atası nerede ve ne zaman ortaya çıktı?
Bu insan ataları neye benziyorlardı ve bunların birbirleriyle olan benzerlikleri
ya da birbirlerinden farklılıkları nelerdi ? İnsanın yeryüzünde
yaşadığı süre içinde değişmiş olan fiziksel özellikleri nelerdi?
Bugün insanlar dış görünümlerindeki farklılıklarına karşın temel
yapılarıyla hepsi birbirlerine benzerler. Onların tamamı, tarihi oldukça
iyi bilinen tek bit türe, homo sapiens türüne aittirler. Tarih öncesinin
erken dönemlerinde başka türler de ortaya çıkmıştır. Eğer zaman içinde
yeterince geriye gidersek insanın henüz ortaya çıkmadığı bir dönem
buluruz. Şurası gerçektir ki, günümüz insanı insan biçiminde olmayan
daha eski biçimlerden ortaya çıkmıştır. Evrim sürecinin incelenmesiyle,
insanın insan olmayan bir atadan geliştiğini ve yavaş yavaş fakat
sürekli olarak seyreden değişme sürecinin insan vücudunda ortaya
çıkardığı değişmelerin de biyolojik antropolojinin bir dalını oluşturduğunu
görürüz. Bu tür araştırmalardan, insanın yavaş yavaş diğer
hayvanlardan nasıl farklılaştığını, onun bugün beliren bedensel özellikleri
nasıl edindiğini, insanların kendi aralarında nasıl bir farklılaşmaya
uğradıklarını ve insan biçimlerinin sınırsız çeşitliliğine yol açan
bazı faktörleri de öğrenebiliriz.
insandaki evrimsel değişimin incelenmesi büyük ölçekli evrim
(macroevolution) ve küçük ölçekli evrime (microevolution) ayrılır.
Her ikisi de yaşam biçimlerinin genel evriminin ilkelerinin ve yaşamın
ne'liğiyle ilgili bazı bilgilerin bilinmesini gerektiril. Bununla birlikte
biyolojik antropolog çalışmalarını, insana en yakın, yani insanın ait
olduğu primatlar, maymunlar ve insanımsı maymunları içine alan
yaşam biçimleri üzerinde yoğunlaştırır. Canlıyla fosil biçimlerin karşılaştırılması,
evrime ve insanın birçok ayırd edici biyolojik özelliklerinin
önemine ışık tutmaktadır. Bugün, insanın ve insanımsı maymun davranışının
incelenmesi üzerine yoğunlaşan özel ilgi, insanın sosyal yaşamının
çoğu yönlerine ve kültürünün ortaya çıkışma ışık tutabilir.insanlar tek başlarına yaşamazlar, onlar sürekli olarak çevreleriyle alışveriş içindedirler. Bu çevre (environment) sadece toprağı, denizi,
havayı, dünyanm diğer birçok fiziksel özelliklerini içermekle kalmaz,
aynı zamanda insanla aynı dünyayı paylaşan diğer canlı varlıkların
toplamıdır da. İnsanın incelenmesi, hiçbir zaman ve hiçbir şekilde
onun çevresi ve onun yakın ilişkilerini görmezlikten gelerek tamamlanamaz.
Çevrenin nasıl etkilediğini ve insan yapısına çevre etkisinin
nasıl süregittiğini tam anlamıyla bilmek isteriz. Biyolojik antropolojinin
üçüncü önemli aşaması, insanın içinde yaşadığı çevresiyle karşılıklı
ilişkilerin ve bu karşılıklı ilişkilerin insanın biyolojik doğası üzerine
olan etkilerinin incelenmesidir. Böylece, insan biçimlerindeki farklılaşmaya
yol açan çevre koşullarının bilgisini de buna ekleyebiliriz.
Biyolojik antropolojinin en önemli ve nisbeten yeni dalı, insanda
ortaya çıkan biyolojik değişikliklerin bugünkü süreçlerinin incelenmesiyle
ilgilidir. Bu konunun daha eski bir aşaması, embriyodan erişkin
olma durumuna kadar insan gelişiminin ve bu gelişmede farklı çevre
koşullarının etkilerinin incelenmesiydi. Yakın geçmişteki son evre
insan genetiğidir. Bu ise kalıtım mekanizmasının; kalıtımın değişme
türlerinin; insanın birey ya da tür olarak yeni koşullara biyolojik uyum
biçimlerinin incelenmesini içerir.
Bugün genetikte ya da kalıtımın incelenmesindeki en önemli
ilerlemelerin bazıları, insan topluluklarının analizinden elde edilir.
Açıktır ki, insan tek başına yaşamaz. 0, bir aileye, ve bir klana, bir
devlete ya da bir ulusa aittir. Birbirinden ayrılmış klanlar, devletler
ve uluslar arasında belli ölçüde karşılıklı etkileşimler vardır. Bu gerçekte
insanın yapısını etkileyebilir ve onu değişmeye uğratabilir.
Nisbeten soyutlanmış halklar, diğer halklardan fiziksel biçim bakımından
gözle görülür ölçüde çok yavaş değişirlerken, yapıları açısından
çok farklı halklarla temas eden topluluklar bedensel yapıları bakımından
nisbeten hızlı değişebilirler. Ayrı özelliklere sahip toplumlar
arasındaki temaslar, insanlar arasındaki farklılıkların anlamı ve doğası
ile ilgili sorunları bir anda durdurabilir. Böylece, örneğin biyolojik
antropolog, aşağıdaki türden soruların yanıtlarına gerek duyabilir.
Farklı türlerdeki insanların birbirlerine karışıp melezleşmeleri ne zaman
oldu? İnsanların bazı türleri diğerlerine bakarak doğuştan üstün müdür?
İnsanlar arasında yapı, huy, zeka, özel yetenek ya da genel
davranış yönünden herhangi bir ilişki var mıdır?
Biyolojik antropolojinin oldukça yeni bir dalı, davranışların
evrimsel açıdan incelenmesidir. İnsanın da biyolojik olarak ait olduğu bir grup olan primatların (maymunlar ve insanımsı maymunlar) davranışlarının
karşılaştırmalı incelenmesi, insanın toplumsal yaşantısının
kaynaklarına ve kültürünün başlangıcına ışık tutar. Kültür insanın
(maymunlar ve insanımsı maymunlar karşılaştırıldığında) en ayırdedici
özelliğidir. Ancak, çağdaş araştırmalar bunda bile insanın biricik
olmadığını açık bir biçimde ortaya koyar. Primatlar (kimi durumlarda
diğer hayvanlar) çok basit bir biçimde bazı kültürel davranışlar gösterirler.
Primatların davranışlarının incelenmesi, insanın kültürünün
yavaş yavaş evrimlendiğini, fakat bu evrimin bazı noktalarda insanın
biyolojik evriminin hızını ve yönünü etkileyecek kadar önemli bir duruma
geldiğini gösterir.
Sosyal ve Kültürel Antropoloji
Sosyal ve kültürel antropoloji, insan toplumlarının ve kültürlerinin
kökenlerini ve tarihlerini araştırır. Antropolojinin bu dalı, ister
taş devri atalarımıza, isterse çağdaş Avrupa ve Amerika şehir toplumlarına
ait olsun kültürün evrimi, kendiliğinden gelişimi konularıyla
ilgilenir. Fizik çevre tarafından ortaya çıkarılan genel sorunlara insanın
kültürel biçimlerde gösterdiği karşı tepkilerin bazı görünümlerine,
insanlığın yaşamak için harcadığı çabalara, birlikte çalışma ve insan
toplumlarının birbirleriyle karşılıklı ilişkilerine katkıda bulunmak
için geçmişteki ve günümüzdeki bütün kültürler antropologları ilgilendirir.
Sosyal ve kültürel antropoloji, daha önce değindiğimiz gibi iki
yöne sahip olabilir: Toplumların ve kültürlerin tarihlerinin belirli bir
kesimindeki durumlarının incelenmesi anlamına gelen synchronic yön
ve toplumların ve kültürlerin zaman içinde incelenmeleri anlamına
gelen diachronic yön. Arkeoloji, tam anlamıyla diachronic araştırmalar
yapar. Çünkü o birinci derecede eski toplumlar ve kültürlerle, çağdaş
toplumlar ve kültürlerin geçmiş dönemleriyle ilgilenir. Arkeoloji, geçmişin
kültürel biçimlerini, onların zaman içindeki gelişme ve büyüme
izlerinden yararlanarak yeniden kurmaya çalışır. Bizim tarih olarak
bildiklerimizin çoğu olaylar içinde yaşamış bireyler tarafından yazılmış
belgelere dayanır. Bu tür belgelerin yardımıyla tarihçi, olaylar ve onların
birbirleriyle ilişkilerini, zamanın akışı içine doğru bir biçimde
yerleştirebilir. Ancak, antropolojik tarihçiler ya da arkeologlar bu
avantaja sahip değillerdir. Yazı insanlık tarihinde çok yeni bir keşiftir.
İnsanlar, yaklaşık bir milyon yıl önce kültüre sahipti, oysa yazı yakIaşık 5,000 yıllık bir geçmişe dayanır. Üstelik, bugün bile insan toplumlarının
çoğu yazıya sahip değildir. Arkeolog bu yüzden, bulduğu yerde (örneğin Mısır ve Çin'deki
gibi) yazılmış kayıtları kullanmasına karşın, çoğu durumlarda geçmişin
kültürlerini, tek tek özdeksel kalıntılarından yeniden kurmak
zorundadır. O, insanların geçmişte yaşadığı mağaralar gibi barınakları;
o dönem insanlarının yapıp kullandığı aletleri ve silahları; onların
ölüleri ile yanmış kaplarını, diğer mutfak takımlarını ya da onların
çöp yığınlarını; resimlerini, taş yontmalarını, pişmiş kil figürlerini;
eskinin tapmak kalıntılarını, yerleşim alanlarını ve şehir duvarlarını;
dayanıklı malzemeden yapılmış diğer sayısız belgeyi bulabilir. Bu
belgeler, arkeoloğun eski kültüre ve onun içinde oluştuğu çevre ile ilişkilerine
dayalı betimlemeler yapmasına olanak sağlar. Fakat tarih
öncesi uygarlıkların hepsi, her zaman arkeolog için erişilir kalıntılar değildir.
Örneğin o, geçmişin okur-yazar olmayan insanlarının dilleriyle
ilgili herhangi bir şeyi öğrenemez. Arkeolog sadece onların aile yaşamları,
politik örgütlenmeleri ya da dinsel inançları gibi etnolojik bilgi
üzerine temellenen sonuçlar çıkarabilir.
Arkeolog tarafından yeniden oluşturulan kronoloji ya da zaman
dizgesi, okur-yazar bir halkın tarih belgeleriyle uğraşan araştırıcınınkinden
tamamen farklıdır. Yazıdan yoksun bir dönem için arkeolog,
genellikle, geçmiş olaylar adına sadece göreli bir kronoloji verebilir.
Böylece o, yontma taş aletleri, mağara yerleşim yerlerini, toplayıcılık
aşamasına ilişkin kalıntıları, cilalı taş aletleri, ağaçtan yapılmış dayanıklı
konut izlerini ve tarım ekonomisine ilişkin kalıntıları içeren kültürleri
gün ışığına çıkartır. Fakat genellikle o, ne yukarıda belirtilen kültürlerin
ne kadar sürdüğünü belirleyebilir, ne özdeksel belgelerin keşif tarihlerini
saptayabilir, ne de bu belgeleri keşfeden halkı t am olarak gösterebilir.
Bununla birlikte, tarihleme teknikleri sürekli olarak gelişmektedir.
Argeolog, bizim kültür tarihi ve kültürün gelişme konuları hakkındaki
bilgilerimize büyük katkılar sağlar. Biz ondan, insanın kültürü
ilk kez ne zaman ve nerede edindiğini ve okuma yazması olmayan halkların
kültür tarihlerine ilişkin bir şeyler öğreniriz. İnsan kültürlerinin
evrimiyle ilgili bazı bilgileri ya da dünyanın değişik kısımlarında ortaya
çıkan ve birbirlerini izleyen kültür tiplerinin gelişimini de öğrenebiliriz.
Böylece yeryüzünde, çok farklı bölgelerde ve dönemlerde tarım öncesi
kültürlerin, tarıma sahip kültürlerin, bakır çağı kültürlerinin, demirçağı
kültürlerinin ortaya çıkışlarını görebiliriz.Bundan başka, kültürel evrimin dünyanın her tarafında aynı
hıza sahip olmadığını görürüz. Bütün çağdaş kültürleri, bir milyon yıl
önce ilk kez ortaya çıkmış olan ilkel insandan beri önemli bir biçimde
değişmiştir, fakat bazı halklar -yakın doğu ve Asya'nın, daha yakın
zamanlarda Avrupa'nın dikkat çeken halkları- arasındaki değişme,
Avustralya yerlileri. Kuzey Amerika kızılderilileri ya da Sahra'nm Güney
Afrikalıları gibi halklar arasındakinden çok daha hızlı ve geniş kapsamlı
olmuştur. Böylece arkeolojik araştırmalar sadece geçmişin yeniden kurulmasına
yardım etmekle kalmayıp aynı zamanda kültürlerin değişim
mekanizmasına ilişkin pek çok ipuçları da verir. Diğer sosyal bilimlerin,
bunlardan özellikle etnoloji ve dilbilimin ortaya koyduğu bilgilerle
tamamen sıkı bir ilişki içinde bulunan arkeologlarca sağlanan bilgiler
kültürel değişmeye yol açan karmaşık faktörlerin çoğunun anlaşılmasında
yardımcıdırlar.
Etnoloji, arkeolojinin bittiği yerde başlar. Etnolog, ıssız Aıcticte,
çöllerde, Afrika ormanlarında. Güney Pasifiğin ıssız adalarında, Avrupa'
da, Asya'da, Amerika'da yoğun bir biçimde iskân edilmiş şehirlerde,
nerede olursa olsun farklı kültürleri araştırıp ortaya çıkarır ve betimler.
Böylece onun çalışmasının çoğu, farklı insan gruplarının kültürel özelliklerinin
betimlemesini yapmaktır. Çünkü, dünya halklarından ilkel
diye adlandırılanlar çok az bilinip tanınır. Etnolog, zamanının büyük
bir bölümünü bu uzak kültürlere ve kültürel bakımdan daha az gelişmiş
halklara ayırır. Ancak etnoloji, salt ilkel kültürlerin araştırılması olarak
tanımlanamaz. Ayrıca, örneğin: Birleşik Devletlerde, Meksika'da,
Çin'de ve Japonya'da yapılmış etnolojik araştırmaların çoğu şehirlere
ve kırsal bölgelere dayalıdır. Kısaca, etnolog yalnız özel bir toplumun
ya da toplumun özel bir grubunun kültürüyle değil aynı zamanda,
herhangi bir yerde bulunan insanın ayırıcı niteliğinin bir görüngüsü
olarak da kültürle ilgilenir.
Kültürler geçen süre içinde değişiklikler gösterdikleri gibi, bölgesel
bakımdan da farklılıklar gösterirler. Dünyanın, üzerinde insan yaşayan
her bölgesi, diğerlerinden farklı kültürlere sahiptir. Güney Denizi
Adalılarının adetleri ve görenekleri Afrika, Kuzey ve Güney Amerika,
Asya ya da Avrupa halklarınınkinden belirgin biçimde farklıdır. Bu
geniş bölgenin her birinde pek çok ayrım vardır. Örneğin: Güney Pasifik
kültürleri, çok geniş olan alanın hiçbir yerinde hiçbir biçimde benzer
değildirler. Güney Pasifiğin sadece ana bölümlerinden Tasmanya,Avustralya, Endonezya, Melanezya, Micronezya ve Polinezya herbiri diğerlerinden farklı kültürlere sahiptirler. Bundan başka, her bir bölgedeki
bütün yerel topluluklar birbirlerinden farklı kültürel özellikler
sergiler.
Bununla birlikte, insan uygarlıklarının aşırı çeşitliliğine karşın,
birbirlerinden hatırı sayılır uzaklıklarda yaşayan halkların kültürlerinde
şaşılacak benzerlikler de görülebilir. Bir örnek olarak, Güney Amerika'
nın güney ucunda (Tierra del Fuego) yaşayan Ona'lar ve Avustralya
yerlileri arasındaki sosyal örgütlenmenin bazı özelliklerinde, belirgin
benzerlikler gösterebiliriz. Birbirlerinden uzak kültürlerdeki diğer
koşut gelişmelere örnek olarak yazıda, takvime dayalı bölümlenmelerde,
Orta Amerika'nın Mayalarının ve Eski Mısırlıların piramidimsi yapılarındaki
benzerlikler gösterilebilir.
Etnoloji, (onun sadece betimleyici yönünün aksine) teorik yönüyle
çok geniş ölçüde insan kültürlerinde bulunan benzerliklerin ve farklılıkların
açıklanması sorununa da eğilir. Araştırmacı, tarihsel yaklaşımla
bir halkın tarihinde özellikle o halkın diğer halklarla temasının olup
olmadığını, farklılık ve benzerliklerin nedenlerini bulmaya gayret eder.
Ya da o, kültürlerin nasıl yapılandıklarını ve nasıl işlediklerini saptamak
için onları birbirleriyle çok sistemli bir biçimde karşılaştırabilir.
Böyle araştırmalar geniş bir alana yayılmış kültürel benzerliklerin
ve belirgin farklılıkların nedenlerini de ortaya koyabilir. Hem günümüzün
hem de geçmişin insan kültürlerinin geniş kapsamlı karşılaştırmalı
incelemeleri, insan uygarlıklarının biçim olarak değişmesi ve bugün
izlediğimiz karmaşık farklılaşma süreçlerini açıklamada yardımcı
olabilir, insan toplumlarının yapısı ve fonksiyonlarının çözümlemesi
de olasıdır; bu tür çözümlemeler, kültürel antropolojiden çok sosyal
antropolojiye aittir. Son yıllarda etnologlar ve sosyal antropologlar dikkatlerini toplumdaki
bireylerin rolüne ve kültürel gelenekle ilişkili olarak kişilik
gelişmesine yöneltmişlerdir. Bu tür araştırmalar genelleme niteliğindedir.
Onlar, şu türden sorulara yanıt bulmaya çaba gösterirler: Bir
kültürün yaygınlık kazanması ve gelişmesine yol açan kültürel öğelerin
yayılması, keşif ve icat gibi süreçlerde bireyin rolü nedir? İnsan toplumları
ne tür bireysel kişilik hakkı ararlar? Davranışın hangi türü
ödüllendirilir ve özendirilir, hangi türüne engel olunur? Bir birey
uygun davranışın kültürel standartlarından ne kadar sapabilir ve kurallara
aykırı davranan kişiye ne yapılır? Bu türden araştırmalar bize,kültürlerin gelişme ve yayılma süreçleri hakkında daha sağlıklı bilgi verir. Bu araştırmalar kişiliğin doğası ve gelişmesi, karakter, gençlerin
eğitimi ve sosyal kontrolle ilgili sorunlar üzerinde de yeni ufuklar açar.
Dilbilim, günümüzde (yazıya sahip olan halklarla okur-yazar olmayan
halklar tarafından) konuşulan ve sadece yazılı kayıtlardan tanıdığımız
(Latince, eski Yunanca ve Sanskritçe gibi) insan dillerinin tümü
ile ilgilenir. Dilbilimci, esas olarak dilin kendisiyle onun kökeni, gelişmesi
ve yapısıyla ilgilenir. Burada dilci uygulamalı dilciden / practical
linguist/ya da birkaç dil konuşan ve anlayan dilciden/polyglot/;
dil olgusunu edebî çalışmaları arasında ikinci derecede ele alan edebiyatçıdan;
belirli bir halkın yazınsal geleneğini daha iyi anlama çalışmalarına
öncelik veren dil uzmanından / phlologist / farklıdır. Dilbilimci
çok kesin ve son derece gelişmiş teknik yöntemleri uygulayarak,
dilin ve dil gruplarının tarihini yeniden kurar. 0, dünyada konuşulan
dillerin ortak özelliklerini belirlemek için, dilleri birbirleri ile karşılaştırır.
Dilbilimci, bu iki araçla dillerin meydana geliş ve farklılaşma
süreçlerini anlamaya çalışır. Fakat, aynı zamanda bir antropolog da olan bir dilci, yalnız dile
ilişkin bu gibi sorunlarla ilgilenmez. 0, aynı zamanda bir halkın dili
ile kültürünün diğer yönleri arasındaki karşılıklı ilişkilerin çoğuyla
ilgilenir. Örneğin böylece o, halkın bir grubu tarafından konuşulan
dilin, o grubun statüsü ya da sosyal sınıfıyla ilişki durumlarını; dinsel
ritler ve seremonilerde kullanılan dilbilimsel sembollerin, sıradan
günlük konuşmadan farklı oluşunu; bir dilin değişen sözcük ve deyim
varlığının / vocabulary / onu kullanan halkın değişen kültürüne yansıma
biçimlerini; dilin bir kuşaktan diğerine aktarılma süreçleri ve bu süreçlerin
art arda gelen kuşaklara inançların, ideal ve geleneklerin aktarılmasına
nasıl yardım ettiği konularını inceleyebilir. Özetle, insan toplumlarında
dilin rolünü ve kısmen insanın gelişen uygarlığının daha
geniş bir boyutta betimlenmesinde dilin oynadığı rolü anlamaya çalışır.
Antropolojinin Tarihsel Temelleri
Çoğu okuması yazması olmayan halklarda söylence ve mit aracdığıyla
anlatımını bulan öylesine konular vardır ki, bunlar halkların
kültürel gelişme düzeylerine bakılmaksızın dün de bugün de tüm insan
toplumlarının bireylerinde ve kültürlerinde yer almışlardır. Bunlarda
insanın yaradılışı, bazen onun bir yurt arayışı sırasındaki göçebeliği
tanımlanır. Mit, kültürünün önemli yönlerini de anlatabilir örneğin;ateşin keşfi, icat ya da faydalı aletlerin ve sanatın meydana getirilmesi, besin üretimi için çeşitli tekniklerin ortaya çıkışı vd.
Eskinin okur-yazar halkları benzer bir folklor bıraktılar; ateşin
ve tarımın kökeniyle ilgili Yunan hikâyeleri buna örnektir. Ancak,
Yunanlılar bunun daha fazlasını yaptılar. Onların bazı düşünürleri
bize, komşu halkların betimsel hikâyelerini bıraktılar. İ.Ö. 5. yüzyılda
yaşamış olan Heredot, diğerleri arasında İskitleri, Mısırlıları betimlemiş
ve insanlığın özgün diline ilişkin bir varsayım ileri sürmüştür.
Heredot'un yapıtları, başkalarının daha sonraları yazdıklarıyla birlikte
antropoloji bilimine girişin ilk ve katıksız örneğidir. Onun katıksızlığı,
bilgi eksikliğinden kaynaklanır. Eski Yunan dünyası da antropoloji
bilimi için gerekli kültürler ve insanlarla ilgili bilgiyi sağlamak açısından
çok küçüktü. Keşifler ve icatlar çağma gelinceye dek geçen süre içinde (yaklaşık
15. yüzyıla gelinceye kadar) antropolojik ana gövdeyi oluşturacak
bilgi birikimi mevcut değildi. Seyyahlar, misyonerler ve askerlerden
sağlanan bilgiler, genellikle folklor unsurları ve eski masallar birleştirilerek
dikkatlice ve kesinlikle tanımlanabilmiş bir koleksiyon oluşturmuştur.
Ancak bu koleksiyonun çoğu saptırılmıştı. Çünkü gözlemciler,
kendi öz kültürlerinin ön yargılarıyla dolu olup, tüm yabanıl
halkları ve kültürleri genel kültürel ön yargılarıyla algılayıp, abartılmış
bir biçimde görmeye eğilimli idiler. Buna karşın toplanan malzemeler
antropoloji biliminin ilk temellerini atmış da sayılabilir.
Daha sonra, 19. yüzyılın ilk yarısında Avrupalı bilim adamlarının
bir kısmı Avrupa kıtasının pek çok yerinde bulunmuş çakmak taşından
aletleri ve iskelet kalıntılarını incelemeye başladılar. Bu incelemeler
dünyanın yaşını önemli ölçüde ortaya koyan ve yeryüzündeki yaşamın
daha önce düşünülenden çok daha eski olduğunun ileri sürülmesine
önayak olan jeolojik ve paleontolojik araştırmaların gelişmesini sağlamıştır.
Bir Fransız bilim adamı olan Boucher de Perthes, buzulçağı
süresince Avrupa'da insanın var olduğunu ilk kez kanıtlamıştı. O,
1830'larda "Somme" vadisinin çakılları içinden taştan yapılmış aletler
buldu ve daha sonra (1847-1864) keşiflerini bir dizi monografide yayınladı.
1865'te Sir John Lubbock (daha sonraki adıyla Lord Avebury)
taş çağı kültürleri hakkında var olan bilgileri özetledi ve paleolitik
ya da Eski Taş Çağı kültürleri ile Neolitik ya da Yeni Taş Çağı kültürleri
arasındaki bugün bizim için çok doğal olan ayrımları ilk kez ortaya
koydu.Fosil insanlara ait iskelet kalıntıları da seyrek olarak kültürel
belgelerle birlikte, yaklaşık aynı zamanda keşfedildi. Fosil insanının ilk
doğrudan kanıtı 1856'da Almanya'da bulundu ve tanıtıldı. Bu, Neandertal
insanın keşfiydi. Tüm bu kültüre ve iskeletlere ilişkin belgeler
Avrupa'da insanın eskiliğini er geç ortaya koyacak, bugün insan bilimi
adı altında gelişmekte olan arkeolojiye ve fizik antropolojiye bir başka
temel sağlayacaktı.
İnsana ve onun kültürüne ilişkin bilgilerin bu yavaş birikimi sonucu
önce insanın sınıflandırılması çabalarına; onun hayvanlar dünyasındaki
konumunun tanımlanmasına; insan çeşitleri ya da ırkları ve insanın
evrimsel tarihinin betimlenmesine sonra da kültürlerin bilimsel karşılaştırma
çalışmalarına yol açmıştır.
Linnaeus (yaklaşık 1750'lerde) insan ırklarını ilk betimleyenler
arasındaydı. 0, insanları dört gruba böldü: Avrupa'nın beyaz, Asya'nın
sarı, Amerika'nın kırmızı ve Afrika'nın siyah derilileri. Onun bu sınıflandırması
temelde yer ve deri rengine dayanıyordu. Bugün bu görüş
geçerli değildir. Ancak, bu çalışma kapsamı açısından dikkate değerdir.
Linnaeus'nün yaşadığı dönemdeki dünya Heredot'un yaşadığı dünyadan
daha geniş bir dünyadır.
Dünyanın okur-yazar olmayan halklarına ilişkin bilginin artması
ve arkeolojik bilginin hızla çoğalması' 1860 ve 1890 yılları arasında
karşılaştırmalı kültür biliminin ilk gelişmelerine neden olmuştur.
Önemli araştırmacılar arasında, İngiltere'de E.B. Tylor (temel eseri
"Primitive Culture", ilk basımı 1865); Amerika Birleşik Devletleri'
nde L. Morgan ("Ancien Society" ilk basımı 1877) İngiltere'de Sir
Henri Maine ve Almanya'da J.J. Bachofen (siyasal ve hukuk kurumlarının
gelişmesi üzerine araştırmalarıyla ünlü)'i sayabiliriz. Bu araştırmacılar
ve çağdaşları antropolojiyi, özellikle tarih öncesi insanını,
onların kültürlerini, çağımızda yaşayan ilkel kültürleri ve Avrupa
kültür geleneğini taşımayan çeşitli halkların kültürleıiyle ilgilenen bir
doğa bilimi olarak tanımlamışlardır. Tylor'un "Primitive Culture"
ve Morgan'ın "Ancient Society" sinde gösterildiği gibi onların amaçları,
bu tür araştırmalardan insanlık tarihinin temelinde yer alan ve
insanlık tarihini belirleyen psikolojik yasaları keşfetmekti.
Bugünkü çağdaş antropoloji hem fiziksel, hem de kültürel yönleriyle
yaklaşık 20. yüzyılda başladı. Antropoloji, akademik bir disiplin
olarak kabul edilmiş oldu. Bugün biyolojik ve kültürel antropolojiye
ilişkin bilgi, bu görev için eğitilmiş uzman alan araştırmacıları tarafından toplanır. Genelde inceleme alanının, çoğu etkinlikleri içermesi için
büyük ölçüde genişletildiğini daha önce de belirtmiştik. Belki daha da
önemlisi, genç olmalarına karşın antropolojik bilimlerin genelde sosyal
bilimlere küçümsenmeyecek katkılar sağlamış olmasıdır. Bu katkılar,
herşeyden önce ırk kavramının yavaş yavaş aydınlığa kavuşturulmasında
ve bu kavramın daha önceleri dil, ulusçuluk ve kültür kavramlarıyla
karıştırılmasından arındırılması Kroeber'in de belirttiği gibi
"çağdaş Amerikan düşüncesinin anahtar kavramlarından birini oluşturan
kültür kavramında yatar " .
Antropolojinin Diğer Bilimlerle İlişkileri
Bugün antropoloji, yaygın ve doğru biçimde sosyal bir bilim olarak
kabul edilir. Bu bilim dalı, temelde sosyoloji, psikoloji, coğrafya, ekonomi
ve siyaset bilimleriyle doğrudan ilişki içindedir. Belirtilen bu bilim
dalları da aslında biyolojiden ve insan bilimlerinden ayrı düşünülmemektedir.
Bugün antropoloji pek çok bilim dalı ile ilişki içindedir.
Değişik başlıklar altında ele alınabilecek bu ilişkilerin birinci tipi bilim
dallarının ilgi alanlarının ortak oluşundan kaynaklanır. Antropoloji,
biyolojik antropoloji aracılığıyla doğrudan anatomi, fizyoloji, embriyoloji
ve genetik bilim alanlarıyla ilişkilidir. Özellikle bu alanlar içinde
genetiğin önemi, tüm dikkatini insan üzerine yoğunlaştıran ve aynı
zamanda bir biyolog da olan biyolojik antropolog için gerekli genetik
bilgiyi sağlaması bakımından açık bir gerçektir. Ancak, antropoloji
ile beşerî bilimler (tarih, edebiyat, sanat ve müzik) arasında eşit önemde
bir bağ var olup, bunlar içinde etnoloji, arkeoloji ve dilbilim gibi bilim
dalları insanlığın kültürlerini anlamak ve değerlendirmekle ilgilenirler.
Bazı bilim dalları, antropolojinin kendilerinin eriştiği belli bir gelişme
düzeyine henüz erişemediğini ima ederler. İnsanın ve onun kültürlerinin
yaşının saptanması ancak jeolojinin bir kronolojiyi ya da
bir zaman dizgesini ortaya koyabilmesiyle mümkün olabilmiştir. Aynı
şekilde insanın doğası ve diğer hayvanlarla ilişkisi anlaşılmadan önce
paleontoloji ve zooloji sağlam bir temele oturtulmuştu. Diğer bilimlerle
olan bu bağ hem biyolojik antropoloji, hem de arkeoloji için geçerlidir
ve gerçekte bütün bilimlerin ilgilendiği ortak soıunların çözümünde
artan bir iş birliği vardır. Arkeologlar, çeşitli kültürlerin görece yaşlarını belirlerken jeologlardan
daha geniş ölçüde, daha kısa bir süre aralığında ve daha fazla
ayrıntıdaki çalışmalarında jeolojinin stratigraphic yöntemlerini (dolgulardaki
konumları itibarıyla maddî belgelerin bulunduğu tabakaların görece yaşlarının belirlenmesi) kullanmalıdırlar. Arkeolog çok eski kültürlerle ilgilendiğinde, bu ilişkiler daha açıkça görülür. Günümüze
gelinceye kadar arkeolog buluntusunun yaşını tayin etmek için
hemen hemen tam anlamıyla jeoloğa ve paleontoloğa bağlıydı. Jeolog
şekillerden, göl dolgularından ya da yatay tabakalar içinden çıkan
kültürel kalıntıların ait oldukları jeolojik zamanı tayin edebilir. Diğer
durumlarda paleontolog kültürel kalıntılarla birlikte bulunmuş hayvan
kemiklerini inceleyerek tortunun jeolojik yaşını da tayin edebilir.
Yakın zamanlarda hem kimyagerler, hem de fizikçiler yaş tayininin
yeni yöntemlerine katkıda bulunmuşlardır.
Aynı biçimde biyolojik antropolog, tarih öncesi insan kalıntılarının
yaşı konusunda jeoloğa ve paleontoloğa bağlı olmalıdır. Eğeı jeolog
ve paleontolog bütün fosil kalıntıları zaman içinde yerleştirebilirse
insanın evrimi ile ilgili var olan sorunların çoğu çözülmüş olacaktır.
Botanikçiler ve zoologların geliştirdiği sınıflandırma ölçütü, biyolojik
antropologlarca da kullanılır. Biyolojik antropoloji anatomi ve tıbbî
araştırmaların diğer alanları yine daha yakın bir ilişki içindedir.
Antropolojinin diğer bilimlerle karşılıklı ilişkilerinin ikinci tipi,
özel sorunların çözümü için öteki bilimlerin teknik ve bulgularının kullanılmasını
içerir. Örneğin: İlkel bir toplumun takvimi yalnız astronomiye
ilişkin belirli bilgilerle bağlantılı olarak anlaşılabilir. Tarih öncesi
seramiklerin yapım tekniklerinin ve hammaddenin kaynağının belirlenmesinde
geniş ölçüde kimya ve fizik yöntemleri uygulanır. Benzer
biçimde mineralog, belli bir yerde bulunmuş belli bir taş aletin ham
maddesinin uzak bir yerden geldiğini söyleyebilir. Örneğin: Tarih öncesi
insanın en belli başlı tiplerinden biri olan, Pekin Adamı'nm kalıntılarıyla
birlikte ilkel aletler arasında bulunan bir parça kuarzın
kaynağı yaklaşık 1500 km. ötede bulunmuştur. Etnologlar, ilkel toplumların
çevrelerinin gizil güçlerini nasıl kullandıklarını belirlemek
ya da tarih öncesi bir kültürün çevresini yeniden kurmak için botanik
zooloji bilim dallarının velilerinden yararlanmak zorundadırlar.
Mühendislik çalışmaları bile antropolojik çalışmaları içerebilir. Her
arkeolog, arkeolojik bir alanın nasıl araştırılacağını ve haritaların nasıl
yapılması gerektiğini bilmek, mimarlar yapılara ilişkin yapım sorunlarını
çözmek, metalurglar metal aletlerin bileşimini belirlemek, farmakologlar
ilkellerin okları ucuna sürdükleri ok zehiri sorununu çözmek
zorundadırlar. Antropolog bundan böyle, pek çok bilim dalının saklı
güçlerinden haberdar olmak ve sorunlarının çözümü için uzmanının
yardımını almak zorundadır.Antropoloji ve diğer bilimler arasındaki ilişkinin bir üçüncü tipi
sorunlar, teknikler, yöntemler ve kuramlar arasındaki karşılıklı ilişkiler
olarak tanımlanabilir. İlişkinin bu türünde antropoloji sadece
diğer alanların bilgisini ya da tekniklerini kullanmakla kalmayıp,
ortak sorunların çözümüne ve tekniklerin gelişmesine katkıda da bulunur.
Antropoloji ile biyolojinin çeşitli dallarıyla, beşerî bilimler ve
sosyal bilimler aıasında bu türden ilişkiler vardır.
Antropoloji, tarihinin ilk dönemlerinde biyoloji ile yakın ilişki
içinde idi. Bu durum kısmen kültürel antropolojinin ilk kuramlarında,
kısmen de biyolojik antropolojinin ilk hızlı gelişme evrelerinde görülen
evıimci kavramların uygulamasından kaynaklanmaktadır. Artık evrimin
biyolojik kavramlarının kültürel antropolojide uygulanmamasıyla
birlikte, insanın biyolojisinin anlaşılması kültür kuramı için
temeldir. Kültür biyolojik bir olgudan daha başka bir şeydir. Ancak,
her toplum kendi kültürü aracılığıyla insanın temel biyolojik ve psikolojik
gereksinimlerini karşılama çabasındadır. Bazı durumlarda
kültür, biyolojik faktörlerin işleyişini benzer yollardan tam anlamıyla
değiştirebilir de. Kültürün ve insan biyolojisinin incelenmesi sürekli
olarak birbirleriyle -ilişkilidir.
Geçmişte, antropolojinin psikoloji ile ilişkisi sanılandan daha az
olmuştur. Hem konular davranış sorunları ile sıkı sıkıya ilgilidir, hem
de pek çok psikolog önemli bir zaman süresince birinci derecede bireysel
davranış sorunlarıyla ilgilenmişlerdir. Oysa antropologlar kültürel
terimlerde grup genelleştirmeleri yapma eğilimindedirler. Antropologların
karşılaştırmalı araştırmaları psikolojinin daha önceki içgüdü
kuramlarının bazılarının yıkılmasına yardımcı olmuştur. Fakat antropologlar,
psikologların dikkatlerini kültür-kişilik ilişkisine çekinceye
kadar psikoloji ile daha yakın bir ilişki kurulamamıştrı.
Antropolojinin, bireylerin sorunlarına duyduğu ilgi, psikologların
hayvan davranışları sorunuyla ilgilendikleri bir zamana denk düşmüştür.
Bunun sonucu olarak antropologlar psikoloji ile ilgili kavramlar
için psikoanalitik ve psikiatrik araştırmacılara başvurdular, bu
tutum hâlâ belirgindir. Son yıllarda insan psikolojisinin sorunlarıyla
ilgilenmenin yeniden canlanmasıyla, bu iki alan arasındaki karşılıklı
alışverişin arttığı görülmektedir.
Kültür kavramının gelişimi ve kaynaşmış bir bütün olarak her
kültüre verilen önem, sosyal bilimlere antropolojinin en büyük katkılarıdır.
Siyasal bilimlerde ve ekonomide çok geniş ölçüde kullanılmamasına karşın kültür kavramı tarih, coğrafya ve sosyolojiyle bütünleşmiştir.
Aslında beşerî coğrafya alanı, kültür kavramı üzerine oturur
ve Forde'nin dediği gibi "Araştırdığı ülke insanının kültüründe ya da
öğrettiği etnoloji derslerinin bütünlüğünde yetersiz bir coğrafyacı
ister istemez insan faaliyetinin kaynakları kavramıyla karşılaşacak,
coğrafî faktörlerin önemi konusunda el yordamıyla belli belirsiz görüşlere
sahip olmakla birlikte o bunları gerçek anlamda değerlendiremeyecektir.
Beşerî coğrafya, coğrafya bilgisi kadar geniş insan bilgisine
de gereksinim duyar." Antropolog tarafından belki de yeterince
açık bir biçimde fark edilmemiş olmasına karşın coğrafî faktörlerin
anlaşılması, insan etkinliklerinin araştırılması kadar önemli olup onunla
eşit değerdedir.
Antropolojiyle sosyoloji arasındaki ilişki, istenilen düzeyde gelişmemiştir.
Çoğu antropolog ve sosyologlar uzun bir süre bu iki bilim
dalını ortak bir bilim dalı gibi algılamışlardır. Şurası da bir gerçektir
ki, araştırma konuları yönünden antropoloji daha yalın ve daha soyutlanmış
halklar üzerinde dikkatini toplarken, sosyolojinin kendini
özellikle batı Avrupa uygarlıkları üzerinde yoğunlaştırması gibi bir
farklılık ortaya çıkıyordu. Araştırma konularındaki bu farklılaşma,
araştırma yöntemlerindeki farklılaşmayı da beraberinde getirmiştir.
Küçük bir grubu inceleyen antropolog kendisini ilgilendiren örneklem
sorunlarının ve tek bir ayrımı bile hesaba katmanın gerekliliğinin pek
az ayırdındadır ya da bunlara pek az gereksinim duyar. Sosyoloğun
sıradan araç gereçleri, antropologlar arasında pek kullanılmaz.
Öte yandan antropoloji ve sosyolojinin ortak, benzer sorunları
dışındaki sorunlarında da kuramın genel yapısından kaynaklanan
kaçınılmaz benzerlikler vardır. Bugün bir kavram olarak kültür, sosyologlar
tarafından geniş ölçüde kullanılmış ve yararlı bir araç olduğu
kanıtlanmıştır. Hem sosyologlar hem de antropologlar kendi kuramlarında,
gittikçe artan bir biçimde birbirlerinin verilerinden yararlanma
çabası içindedirler. Temelde antropoloğun işlevi, insana ilişkin
çeşitli bilim dallarını kendi bilim dalıyla kaynaştırmaktır.İnsana ilişkin
bilimlerin çoğu, kendi dikkatlerini alanlarındaki sınırlı konulara yoğunlaştırma
eğilimindedirler. Antropoloji, özellikle kültür kavramı aracılığıyla
tüm insanlığı kapsayan sorunlar üzerinde yoğunlaşma eğilimindedir.
Örneğin: Bir ekonomist kendi alanıyla ilgili sorunları yalıtılmış
fikirler ve davranış sisteminin ayrı bir parçası olarak ele alma
eğilimindeyken, antropolog ekonomik kurumlarla kültürün diğer yönleri
arasındaki karşılıklı ilişkiyle ve topyekün bir kültür yapısıyla ilgilidir.Antropoloji aynı zamanda, insanla ilgili çeşitli bilimlere büyük
bir nesnellik ve görece bir bakış açısı kazandırır. Kendimizinkinden
oldukça farklı olan kültürlerin büyük bir bölümünün incelenmesi ile
Euro-American kültürün çoğunun us dışı niteliklerini görmek olasıdır.
Kendimizinkinden farklı olan davranış tipleri yalnız daha aşağı ya da
daha az mantıklı görülmeyip aynı zamanda genel insan sorunlarının
karşı çözümleri olarak da görülürler. Kendi içlerinde incelendiğinde
bize anlamsız gelen davranışlar ve kurumlar, özelleşmiş bir kültürün
kaçınılmaz parçaları ya da kaynaşmış bütünlerin birer parçaları olarak
kendilerini ortaya koyarlar. Diğerleri bireyin kültürel koşullanmasının
özel tiplerine verilen kaçınılmaz yanıtlardır.
Antropolojinin Uygulamaları
Birinci Dünya Savaşı sonrasına kadar antropolojinin, genellikle
uygulama alanlarına sahip olduğu bilinmiyordu. Antropolojinin kullanımı
için daha önceleri öneriler yapılmıştı fakat, bunlardan pek
azı uygulanabildi. 1878'de Birleşik Devletler ' hükümeti tarafından
Amerikan Etnoloji Bürosunun temellerini atma girişiminde bulunmak
için Kızılderili İşleri Bürosunun bir araştırma şubesinden istenilen ilk
bilgiler ve Amerikan Etnoloji Bürosu için yardım 1930'laıa kadar gönderilmedi.
Her şeyden önce ve bugün de geniş ölçüde kabul edildiği gibi antropolojinin
ilk uygulanması, bağımlı halklar diye adlandırılan halkların
yönetimleriyle ilgiliydi. Antropoloji, yoğun bir biçimde Fransız, İngiliz
ve Hollanda sömürge yönetimleri ve son zamanlarda, Birleşik Devletlerin
Kızılderili Servisinde ve Pasifik'te Ülke Güvenliği idaresinde
kullanılmış oldu. Antropolojik teknik ve bilgilerin geniş ölçüde kullanıldığı
yerlerde, hem yerli hem de sömürge yöneticilerinin görüş
açıları yönünden bu yönetim biçimi çok etkin ve çok doyurucu olarak
ortaya çıkmaktadır. Son yıllarda antropologlar ve antropolojik teknikler
geniş çeşitliliğe sahip uygulama alanlarında yararlı olmuşlardır.
Bu uygulama alanları: Endüstride işçi-işveren sürtüşmelerinden kaynaklanan
durumların ortaya çıkarılması ve çözüme kavuşturulması,
azınlık grupları ve işletme uygulamalarında güvenceye ilişkin sorunlar
ve daha iyi örgütlenmiş yeniden düzenlenme projeleri gibi alanlardır.
Daha yakın zamanlarda Birleşik Devletler antropologları Unesco'
nun, Amerikan Devletleri Organizasyonunun ve Birleşik Devletlerin
toplumsal ve ekonomik gelişme programlarında, hem ülkelerindehem de diğer ülkelerde tıbbî ve halk sağlığı programlarının çeşitli
yönlerinin araştırılmasına yardım için geniş ölçüde görevlendirildiler.
Endüstrileşmiş ülkelerin çoğunda bulunan geniş köylü ya da aşiret
yapılı "tribal population" toplulukların yeni' koşullara kolay ve hızla
uyumlarında antropologlar büyük bir rol oynar. Meksika, Hindistan
ve son zamanlarda Mısır, gelişmelerinde uygulamalı antropolojiye geniş
ölçüde yer veren ülkeler arasında sayılır.
Son yıllarda dilbilim, yabancı dillerin öğrenimlerinin iyileştirilmesi
konusundaki uygulamaya yönelik amaca hizmet etmiştir.- Birleşik
Devletler'de esas olarak Almanca, Fransızca ve İspanyolca- gibi daha
çok geleneksel yabancı dillerin öğretmenleri, modern dilbilim yöntemlerinin
uygulanması ve keşfedilmesi sayesinde öğretim yöntemlerini
daha da geliştirmişlerdir. Ayrıca, daha önceleri yerli öğreticilere yardımcı
olarak çalışan dilbilimciler bugün çok sayıda yabancı dili öğretiyorlar.
Çoğu Amerikan üniversitesi birkaç yıl öncesine kadar sadece
birkaç yabancı dil öğretirken, bugün Hint, Urdu, Ewe, Swahili ve Thai
gibi dilleri içeren 30 ya da 40 dilin eğitimini verebiliyor.
Aynı şekilde biyolojik antropoloji de uygulama alanlarına sahiptir.
O, basit bir düzeyde, insanların kullanmak zorunda oldukları makinelerin,
giydikleri giysilerin, takma kol ve bacağın daha iyi biçimlendirilmesine
katkıda bulunur. Daha da önemlisi o, pek çok tıbbî ve yasal
sorunların çözümlerine gittikçe artan bir biçimde katılır. Biyolojik
antropoloji tıbba, özellikle de tıbbın yeni bir alanı olan genetikle ilgili
dalına, geçmişte yapılmış büyüme ve gelişmeye değgin araştırmalardan
daha da önemli katkılarda bulunacaktır.
Antropolojinin uygulama alanlarının genişlemesine karşın, çoğu
uzman antropologlar üniversitelerde ve araştırma kurumlarında görevlendirilmektedirler.
Uzman bir antropoloğun yetişmesi uzun zaman
ve emek isteyen bir çabayı gerektirir. Çok nadir olarak oldukça sıradan
bazı mesleklerde ya da araştırma yapmayan kurumlarda, doktora
derecesi olmayan antropologlar için çalışma olanağı vardır. Kariyer
yapma olanaklarıyla ilgilenen öğrenciler Goldschmidt'in On Becoming
an Antropologist3 (Bir Antropolog Yetişiyor) adlı kitapçığını okumalıdırlar.
Meslekî kariyer için ileri düzeyde bir eğitimi düşünen öğrenciler,
"American Antropological Association" 1703 New Hampshire Avenue,
N.W. Washington, D.C. adresine mezun oldukları antropoloji bölümü
diplomasının bir kopyası ile başvurmalı ve hocalarından çeşitli enstitülerin kadroları konusunda bilgi almalıdır. Özel bir öğrenci için
küçük bir bölüm büyük bir bölümden daha uygun olabilir ya da bunun
tam tersi. Daha büyük ve daha seçkin bölümler bile çeşitli türde araştırmalar
için olanak yaratmada ve bunlara önem vermede farklılıklar
gösterirler.
Özetle, antropolojide yeni dönem, tarihsel yöntemlerden yararlanmada
yeni yaklaşımlara ulaşılmasıyla ve tarihsel olmayan yöntemlerin
gelişmesiyle belirginleşmiştir. Her iki yaklaşım, kültürel
süreçlere ve genelleştirme araştırmalarına ya da kültürle ilgili yasalara
olan ilgiyi giderek artırmıştır. Genelde, tarihsel yaklaşımın izleyicileri
her zaman ve her yerde ortaya çıkan kültürü bir bilim olarak araştırma
eğilimindedirler. Tarihsel olmayan yöntemlerin izleyicileri ise gelişme
süreci içinde kültürlerin biliminin ne olması gerektiği, tek tek toplumların
ve böylesine toplumların özelliklerinin ele alınması konusunda
çalışmalarını yoğunlaştırmışlardır. Her iki durumda araştırma gittikçe
artan bir biçimde, özel soru ve sorunlar için yanıtlar arama eğilimindedir.
Son zamanlarda da uygulamaya dayalı sorunların çözümü için
antropolojinin ulaştığı sonuçlardan yararlanma eğilimi giderek artmaktadır.
* Bu çeviri An Introduction to Antropology, Second printiııg, 1972 New, York. The
Macmillan Company" isimli kitabın 1.-18. sayfaları arasındaki "The Nature and Scope of
Anthropology ' başlıklı birinci bölümünden yapılmıştır
KaynakçaA.L. Kroeber and Clyde Kluckhohn: "Culture: A Critical Rewiev of
Concepts and Definitions," Papers of the Peabody Museum
of American Archeology and Ethnology (Harward University),
XLVII, No. 1 (1952), 3 (New York: Vintage Books, 1963, paperback)
C, Daryll Forde: Habitat, Economy, and Society, 2nd Edition (New
York: E.P. Dutton & Co, Inc. 1950, p. 465.
Walter Goldschmidt: On Becoming an Antropologist, 2nd Edition
(New York: E.P. Dutton & Co, Inc., 1950), p. 465.
Walter Goldschmidt: On Becoming an Antropologist (Washington,
D.C., 1970).Boas, Franz: "Antropology", Encyclopedia of the Social Sciences,
Vol. I I , New York: The Macmillan Company, 1939, Pp. 73-110.
— : Antropology and Modern Life, Revised Edition, New York:
W.W. Norton & Company, Inc., 1936.
Goldschmidt, Walter.: Roch (ed.). Exploring the Ways of Mankind.
New York: Holt, Rinehart & Winston, Inc., 196d Aims of Antropology,
"The Science of Man in the World Crisis, ed. Ralph Linton,
New York: Columbia University Press, 1945, Pp. 3-18.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder